Cuma, Temmuz 31, 2009

Manifestare...1909...


son günlerde çok kullanılan bir kelime olmuştu şu manifesto sözcüğü.çünkü kullanıcıları etkileyen çok geniş anlama sahip bir kelime.bildiri,toplumsal hareketler için beyanname anlamını taşıyan bu sözcüğün kökeni italyanca; ''açığa çıkarmak,bilinir kılmak'' anlamına geliyor.ve bana sorarsanız kullanımda manifestoya karşılık beyanname kelimesini Türkçemiz adına tercih ederim.

buraya nerden geldim bilmiyorum,bildiğim tek şey Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi Beyannamesi için araştırma yaparken bu kelimeye her zamanki gibi sık rastladığım.konum bu kelime değil belki ama yine de hakkında bir açıklama yapmak istedim.

konum, manifesto ile aynı anlama gelen 24 Şubat 1909'da yayınlanan beyanname üzerine;beyanname Serveti Fünun dergisinde dönemin edebiyat anlayışını eleştirir;


''Şimdiye kadar memleketimizde "edebiyat" kelimesinin haiz olduğu ehemmiyet ve ciddiyeti anlayan ve bu ehemmiyeti halka ifham eden tereddüt etmeden söyleyebiliriz ki, pek az kimse gelmiştir. Tarih-i edebimizi tetkik edersek bu parlak devirlerde bile edebiyatın bütün ihata-i manasiyle anlaşılıp anlaşılmadığını görürüz. Onun için bizde sanat ve edebiyat, daima boş vakitlerin bir hemdem-i lafiti olmaktan pek fazla bir ehemmiyet alamamış ve bunların nasıl terbiye-i hissiyetinin (duygu eğitiminin) tekamülüne hizmet etmek tarikiyle bir milletin pişva-yı terakkiyatı olduğu takdim edilememiştir. Edvar-ı kadimden ayrılıp asr-ı hazıra doğru gelince yavaş yavaş suret-i telkin bir istihaleye uğradığını görüyoruz.''


Babıali’deki Hilal Basımevi'nin bir odasında ilk toplantısını yapan ve Faik Ali’nin bulduğu Fecr-i Ati adını benimseyen topluluk, kaybolan edebiyat anlayışının değerini boş zaman değerlendirme anlayışından ruh terbiyeciliğine iade etmek istediklerini anlatırlar yukarıdaki metinde.zaten hatırlarsak anlayışları da sanat şahsi ve muhteremdir anlayışıdır ve bu yazının açıklamasıdır.dönem baskısından ötürü geri kalmış olan edebi çalışmalara ihtiyaç vardır.sanat ve ilm lazım gelmiştir.Meşrutiyetten sonra duraksayan edebiyatı hızlandırmak isteğindedirler.

bir başka amaçları da doğunun edebiyatını batıya,batınınkini doğuya tanıtmaktır.

ancak birbirinden kopuk ürünler veren yazarları,kendilerini savunamayışları,batıya özenmekle suçlanmaları Fecr-i aticilerin aydınlığını söndürüyordu.
onlar,''Genç Kalemler'' dergisinde ilk ürünlerini vermeye başlamışlardı.Edebiyat-ı cedideye karşı durmuşlar,ve içlerinden en çok sivrilen,geleceğin aydınlığına(Fecr-i Atiye)damgasına vuran hiç şüphesiz kendini çok ama çok çirkin bulan Ahmet Haşim olmuştu;


''İçmişti Fuzûlî bu alevden,
Düşmüştü bu iksîr ile Mecnûn
Şi'rin sana anlattığı hâle...''


Bize Göresiyle Ahmet Haşim;titiz ve seçkin üslubuyla denemeleri...


ve beyannamenin sonunda Fecr-i Aticilerin imzaları...;


Fecr-i Âti Encümen-i Edebisi namına Katibi Müfit Ratib

Encümenin aza-yı hazırası: Ahmed Samim-Ahmet Haşim-Emin Bülend-Emin Lami-Tahsin Nahid-Celal Sahir (Re'is)-Cemil Süleyman-Hamdullah Suphi-Refik Halid-Şabaheddin Süleyman-Abdülhak Hayri-İzzet Melik-Ali Canib-Ali Süha-Faik Ali-Fazıl Ahmed-Mehmet Behçed-Mehmed Rüşdü-Köprülü-zade- Mehmed Fuad-Müfit Ratib-Yakub Kadri.

(Servet-i Fünün Dergisi- 24 Şubat 1909)

Çarşamba, Temmuz 29, 2009

onların hayatları taklit,tutkuları alıntıdır...


Oscar Wilde şöyle der;

''çoğu insan birbirinin aynıdır,

onların düşünceleri başkalarının fikirleridir,

onların hayatları taklit,tutkuları alıntıdır.''

işte bu sözü okuduğumda aklıma hemen toplum olarak biribirimizi içine sokmaya çalıştığımız kalıplar geldi.bizde belli doğrular ve belli yanlışlar vardı,ve belli iyiler,belli kötüler.bunların dışına çıkamaz hale gelmiştik.Oscar Wilde'ın da yukarıdaki sözünde ifade etmeyi amaçladığı kelime grubu olan,klişe bir tabir olucak ama,koyun sürüsü olmuştuk.
zevkelerimiz,giyiniş tarzımız,diksiyonumuz orda burda tvde gördüklerimizindir.bilirsiniz estetik yaptıran insanlar bile yüzleri için ünlüleri seçerler.
yada bir siyasal partideki insanlar.başları ne derse doğru kabul ederler ve onu gibi düşünürler.orda düşünce çeşitliliği yoktur.bilmezler ki çeşitliliğin olduğu yerde ,ortaya çıkan fikirlerle alınan kararlar daha verimli olur.

lise yıllarımda sayısal okuyorum dediğimde şununla karşılaşıyordum;'aa sen çok zekisin desene,bak bak sayısal okuyabildiğine göre...'şaşkınlıkla bakakalırdım.okullar da bu hale gelmişti.sayısallar zekiydi sözeller geri.nasıl yani derdim kendi kendime.niye, onların önemi yok muydu?her an bu kalıptan çıkmak için alan değiştirebilirdim.

sonra şunu düşündüm,mesela pratisyen hekim bize göre mükemmelken,muhteşem bir finans-ekonomist eh işte idare eder cinstendi.garip.paramızı ayarlayamasalar,bir ülkenin parasının ederi düşse,hatta açlık ortaya çıksa acaba hangimiz doktora gidebilirdik.

herşeyimiz simgeseldi işte.insanlara değer verişimiz de etikete bağlı kalmıştı.çöpçüyle laubali olmazken,avukatın ayağına serilir olmuştuk.

bir insan doğardı,ve toplumun önceden belirlediği düzende büyürdü.anaokulu,ilkokul,lise,üniversite derken evlenir sonra da torun torbaya karışır.aynı kalıptan çıkmış fabrika usülü bi dolu insan...

toplum içi hareketlede dahi alışagelmiş kalıpların dışına çıkmak caiz değildir.o yöntem çok daha iyi olsa bile...

farklılıklara delirmiş gözüyle bakıldığı için pekçoğumuz buna cesaret bile edemiyoruz.halbuki farklılık sıkıcı bir hayatı engeller,mutluluk sağlar.
hani filmlerde olur ya,bir adam aykırı şeyler yapar,önce tepki görür,sonra başarısından ötürü alkışlanır.neydi Robin Williams'ın oynadığı kalıpların yıkılmasını anlatan gerçek bir yaşam hikayesinden alınma filmin adı;Patch Adams...

halbuki unuttuğumuz birşey var,başarılarıyla tabiri caizse tavan yapmış insanların hepsi farklıydı.hepsi de sıradışı insanlardı.eminim ki çoğumuzun yaptığı gibi sadece üniversite kitaplarını okuyup,sonra mezun olup çoluk çocuğa karışır yaşar giderim kalıbından uzaktılar.onlar merak ettiler,üniverisiteyi hakkını vererek okudular,okudular,hayal ettiler,düşündüler,çalıştılar ve kalıpların dışına çıktılar...

aslında tek yaptıkları şey sürüdeki koyunlardan olmamaktı...


Salı, Temmuz 28, 2009

herşey iyi,batıdakiler daha iyi anlayışı...


senelerdir avrupada yaşayanlara,almancılara gıptayla bakmış bir millete sahibiz.batı müziği dinleyenlere bile modern gözüyle bakmış,hayranlığımızı gizleyememişizdir.öyle ki onlara benzemek için elimizden geleni yapmışızdır.böylece etrafımızdaki insanlardan da daha çok saygı görmüşüzdür.

fakat bu esnada pekçok gerçeği de bu hayranlığın beraberinde unutmuşuzdur.mesela düne kadar avrupalıların yıkanmak,tuvalet temizliği gibi alışkanlıkları bilmediklerini ve bunları biz Türklerden öğrendikleri gibi bazı gerçekleri...

bu gerçeklerden en önemlisi ise ahlaktır.avrupalılar bu konuda o kadar zor durumdalardırlar ki,çözümleri dahi yoktur.çünkü korkunç boyuttadırlar.cinsellik ve uyuşturucu yaşının durma düştüğü avrupa bu konuda sosyal bunalımdadır.tarihlerinde de ki son dönemlerde kitabı ve filmiyle meşhur olan Boleyn Kızı bunun güzel bir tanımıdır, iğrençlikleri bir hayli fazladır.

şimdi düşünüyorum.mağaza isimlerinin,kahve isimlerinin ecnebice dediğimiz dillerde yazılması gibi olaylarla her geçen gün asimile olmaktayken ahlaki anlamda da avrupaya benzeme amacı niye?

bunun elbette çeşitli sebepleri var.bunlardan bir tanesi özünü inkardır.nerelisin diye sorduğumda İstanbul cevabını aldığım çok oluyor.e ne de olsa bir ucu avrupadır İstanbulumun.yahut bayramlarda memleketlerine gidip akrabalarıyla birarada olmak yerine, Venediğe,Parise gidenler...anadolumdaki ninemden,dedemden,anadolumun insanından utananlar...

bir başka sebebin,yetiştirilme tarzı olduğu inancındayım.18den sonraki avrupa özgürlüğü burda daha da aşağı seviyelere düştü.sorun,eskilerden babaların kızlarını,çocuklarını gözlerinden dahi sakınıp sahip çıkarken şimdilerde modernlik adı altında meydanlara salması.ondan sonra bir dolu olay duyuyoruz ajans dinlerken.neden acaba?

derken vasıfsız üniversitelerimizden mezun bizler,Türkçemizi de bozarak yeni yeni kelimeler türetip,yozlaşmaktayız henüz.

Türkçe demişken,kelimeler vardır,hani bazı kelimeler.kullanımı sırasında insanların yüzü kızarırmış eskiden.ne incelik diye düşünürüm.şimdi nasıl mı kullanılıyor bu kelimler?bu soruyu bana sormasanız olmaz mı?...

biz cahil kalırken,kültürsüzce ortalarda dolaşırken,benzerken avrupaya,hatta avrupalıları bile sollarken bazı konularda dünya değişmekte...korkarım benliğimizi yitiriyoruz ve yine korkarım ki benliğini yitiren milletler başkalarının esiri olmaya mahkumdur.Allah korusun...



Pazartesi, Temmuz 27, 2009

Bayrağına aşık bir marş;İstiklal Marşı!


her saygı duruşunda baktığım o şanlı bayrağımızın hilalinin ve ışıl ışıl yıldızının ötesinde kaybolup giden gözlerim,kanımın damarlarımı çatlatıcak derecede heyecanlanıp bana baskı yapması,düşüncelerimde cedlerim,tüm bu ahengin ortaya çıkmasıyla koşup gelen ılık esen rüzgarın etkisiyle titreyen ben ve o anlarda okunan bir milli marş...1921'de meclisin kabulüyle bugünlere süregelen o ihtişamlı marş.İstiklal Marşı...

herhalde ancak böyle bir marş bir milletin,vatanı uğruna can verebilecek insanların sesi olabilirdi.ancak böyle bir marş bu kadar coşagelirdi.seslendiği ve koruduğu bayrağını ancak böyle bir marş dalga dalga yapardı.

Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı marş da kendi gibi mütevaziydi.yardımsız haykırır,seslenirdi çok sevdiği kahraman milletine;


Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!

O benimdir, o benim milletimindir ancak!


ve bir yalvarışla başlar ikinci dörtlüğü,başlar ama kendinden de emindir;


Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.


özgürdür yazıldığı milleti gibi dizeler;


Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.


öylesine destek verir ki,korkmayız,ürkmeyiz kimselerden;


Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,

'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?


tavsiyelerinde umut doludur;


Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.


benliğimizi hatırlatır,cedlerimizi yad ettirir;


Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.

Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.


her kelimesi hayrandır yurduna,vatanına;


Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!

Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.


öylesine bir yakarışı vardır ki;


Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:

Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!

Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.


ve ruh doludur,kalbi atar dizelerinde;


O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.

Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;

Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;

O zaman yükselerek arşa değer belki başım!


ve sonlandırırken şöyle der cananı bayrağa;

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.

Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


MEHMET AKİF ERSOY' imzasıyla İstiklal Marşımız...

Cuma, Temmuz 24, 2009

karakalemin medeniyeti...


yazın başında tanıştığım bir sanatçı vardı.ama genç bir sanatçı.25 yaşlarında.tesadüfen sergisine gitmiştim.sergi ama ne sergi.insanı içinde adeta büyüleyen bir sergi...serginin adı MEDENİYETİN BAŞKENTİ İSTANBUL'du...ve 1 yılı aşkın bir araştırma ve 3,5 yıllık bir çizimin ödülüydü.ve istanbulun medeniyetimizi simgeleyen her bir yanını karakalemiyle resmetmişti Melikşah Öztürk.öyle ki bütün bunları nasıl yapmış acaba dedirtiyor insana.mesela camiilere karşıdan,uzaktan bir bakışla yaptığı resimlerde,çizdiği o küçücük camiilerin işlemeleri unutulmamış,tek tek işlenmiş.kendisiyle muhabbetimiz sırasında nasıl yaptığını sordum,kağıdını aldı ve o küçük camiilerden yapmaya başladı.hızla yapıyor ve bak şu pencereleri,bak şu kapısı diyordu bir taraftan.gözlerimizi kocaman açmış,hayretle bakıyorduk o küçücük camii figürünün üzerinde dans eden karakaleme.

bununla uğraşmaya 17 yaşında başlamış.hatta bu bilgi bana yapabilirim güveni vermişti,karakalemle uğraşan genç arkadaşlarıma duyurulur.kendisi 2007 yılında yaptığı projeyle Çanakkale Üniversitesinden ödül almış.böylece alüminyum folyo sanatını geliştirmiş ve tanıtmış.ayrıca Kültür Sanat ve Bilimsel Araştırmalar Derneği kurucularından.ilk sergisini KASTAMONU VE CUMHURİYET EVLERİ adı altında açmış.ve arkadaşı araştırmacı Burak Yamaçın yardımıyla unutulan gravürleri toplayarak kendi yorumuyla yukarıda bahsettiğim sergiyi açmaya koyulmuş.İstanbul'u yaptığı resimlerle tüm dünyaya tanıtmakta.bundan sonraki projesiyse Dünyadaki Osmanlı ve Türk izleri üzerine olucakmış.

sergisi İstanbul'un Geçmişine Yolculuk'un şuan elimde olan kitapçığında açıklamalarıyla gezdiğim eserleri var.Melikşah Soytürk bazen hat ve çini işlemeciliğini İstanbulla buluşturuyor,bazense İstanbulun o eşsiz semtlerine gidiyor.beylerbeyi küplüceden,suriçinde bir sokağı,üsküdar mahallesinden kadıköyü,kuzguncuk yalılarından tarabyayı,beşiktaştan lale devri çeşmelerini,su kemerinden Türk hamamını,haydarpaşa iskelesinden camiileri,galatadan balatı,yorgi kilisesinden bab-ıali girişini,adalet kulesinden hisarı ve boğazları,İstanbul Üniversitesi kapısından külliyeyi,kütüphaneden nişan ve mezar taşlarını büyük bir ustalıkla anlatıyor bizlere resimlerinde.amacını da şöyle açıklıyor Melikşah Öztürk;

“Diğer sergilerimizde olduğu gibi bu sergimizde de amacımız, kültürel değerlerimizin mimariye yansıttığı o güzel yapıları ve İstanbul manzaralarını tüm dünyaya göstermek. Bunu yaparken de gelişimini tamamlamakta olan gençlerimize atalarının büyük bir medeniyet kurduklarını göstermek. Ayrıca 2010 yılında İstanbul kültür başkenti seçilmesi sebebiyle büyük bir avantaj ve tanıtım fırsatı elde etti; eğer iyi kullanılırsa turizmde çok ciddi büyüme olacaktır. Bu olaya da bir katkımız olursa ne mutlu...''

kendi websitelerinden de ulaşabileceğimiz bu sanatsever insanlara bu katkılarından dolayı teşekkürlerimizi sunuyoruz.

ve karakalemlerin,eskizlerin dansının devamını büyük heyecanla bekliyoruz...

Çarşamba, Temmuz 22, 2009

maydanoz Metin...*


Metin Uca...küçükken sabahları annem sayesinde evimizde izlenen eleştirel programıyla tanımıştım onu.deli,neşeli ve sivri dilliydi.aradan üç beş sene geçti.o kitap,bu yarışma,şu program derken yine dahiliğini gösteren bir programa başladı geçen mart ayında.CNN'de...Metin Uca ile maydanoz ismini verdiği program yaklaşık yarım saat sürüyor,hafta içleri hergün yayınlanıyor.gündemden haberleri alıyor,büyük çoğunluğu güzel yurdumun güzel insanlarının tuhaflıklarını içerdiğinden-ki her geçen gün sayıları artmakta e Metin Uca ne yapsın- eleştirel bir dille bize gündemi aktarıyor.sadece aktarmıyor tabi,program esnasında koşuyor,zıplıyor ve gülüyor.vücut dilini başarıyla kullanıyor.

tarafsız davrandığını söyleyemem-aynı siyasi düşünceyi de paylaşmıyorum nitekim liberalim- belki ama pek zaman doğru söylediğini,olayları mükemmel irdelediğini iddia edebilirim.pek zaman kimsenin söylemeye cesaret edemediği doğruları söylüyor.

öyle ki kendisinin de başarmak için çabaladığı o yüzümüzdeki 30 dakikalık tebessüm tüm sıkıntılarımızı 30 dakika da olsa unutturuyor.

hayret birşey diyerek durmadan gülüyorsunuz.hele programdaki o siyasetçilerin ve kendisinin de bulunduğu 3 boyutlu animasyon resimler var ya.dünyalara bedel.

Metin Uca güleryüzlü,sempatik,doğal ve bir o kadar da zeki.hayattan zevk almasını bilenlerden.

şu an programı tatilde,ve ağlanılacak halimize nasıl gülebilirim diye düşünüp duruyorum.bir an evvel eylül gelmeli.o kaliteli programı artık başlamalı.

ve dünya durdukça başımızda durası değerli büyüğüm Metin Uca ekranlara dönmeli...

hukuk naziktir...


hukuk naziktir,içeriği olan adalet de öyle...

naziktirler nazik olmalarına ama keşke bir de onlara nazik davranan olsa...

ülkemizde vuku bulan vakalardan,AHİM'e giden davalardan,adaletsizliklerden bahsetmeyeceğim.şayet bahsedersem yıllarımı alır yazmak...

bahsediceğim şey trajikomik dediğimiz biçimden.

geçen mayısta gerçekleşti.anayasa mahkemesinin 47. kuruluş yıldönümü ve yeni hizmet binasının açılış törenine bir adalet heykeli yaptırıldı.herşey güzel,hoştu.heykeltraşı biraz farklı yapmıştı bu heykeli adalet tanrıçası Themisten de farklı.özgün olmasını istemişti ve istekleri kabul buyurulmuştu.şalvarlıydı ve göğsünde ayyıldız vardı.anadolu kadınını simgelemekmiş amacı.buraya kadar ne güzel...

ancak bir eksik vardı,o da gözünün açık olması.

gözü bağlı olan adalet heykelinin anlamı tarafsızlıktı.ancak bizimkinin gözü açıktı.adaletin kendi kültürümüzle bütünleşmesi sevindirici birşeyken,ülkemizin tarafsız olmadıklarını anlaması da hem sevindirici hem de üzücüydü.

kendilerini nihayet bilmişler,tarafsız olmadıklarını simgesel olarak göstermişlerdi.bilinçli ya da bilinçsiz.

ancak burada kırılan yine, nazik olan hukuk ve adaletti...

Salı, Temmuz 21, 2009

kar tanelerinin ezgisi...



Elhan-ı Şita

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş, (Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş,)

Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar (Eşini kaybeden bir kuş gibi kar)

Gibi kar (Gibi kar)

Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar... (Geçen ilkbahar günlerini arar)

Ey kulûbün sürûd-i şeydâsu, (Ey kalplerin divane şarkısı)

Ey kebûterlerin neşideleri, (Ey güvercinlerin şiirleri)

O baharın bu işte ferdâsı (O baharın bu işte yarını)

Kapladı bir derin sükûta yeri (Kapladı bir derin sessizliğe yeri)

Karlar (Karlar)

Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar. (Ki sessizce arasıra ağlar)

Ey uçarken düşüp ölen kelebek (Ey uçarken düşüp ölen kelebek)

Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek (Bir melek kanadının beyaz püskülü)

Gibi kar (Gibi kar)

Seni solgun hadîkalarda arar. (Seni solgun bahçelerde arar.)

Sen açarken çiçekler üstünde (Sen açarken çiçekler üstünde)

Ufacık bir çiçekli yelpâze, (Ufacık bir çiçekli yelpâze,)

Nâ'şun üstünde şimdi ey mürde (Cansız bedenin üstünde şimdi ey ölü)

Başladı parça parça pervâze (Başladı parça parça altın kırıntıları)

Karlar (Karlar)

Ki semâdan düşer düşer ağlar! (Ki gökyüzünden düşer düşer ağlar!)

Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar; (Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar ;)

Küçücük, ser-sefîd baykuşlar (Küçücük, beyaz başlı baykuşlar)

Gibi kar (Gibi kar) Sizi dallarda, lânelerde arar. (Sizi dallarda, yuvalarda arar.)

Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân, (Gittiniz, gittiniz siz ey kuşlar,)

Şimdi boş kaldı serteser yuvalar; (Şimdi boş kaldı baştan başa yuvalar ;)

Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân! - (Yuvalarda -feryat etmeyen yetîm-)

Son kalan mâi tüyleri kovalar (Son kalan mavi tüyleri kovalar)

Karlar (Karlar)

Ki havada uçar uçar ağlar. (Ki havada uçar uçar ağlar.)

Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir (Ey kış göğü, elinde yığın yığındır)

Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter... (Yasemin yaprağı, güvercin kanadı, ıslak bulut...) Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir- (Dök ey gökyüzü -doğanın canlılığı uykudadır-)

Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler! (Siyah toprağın üstüne katışıksız çiçekler!)

Her şahsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! - (Her ağaçlık yer şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! -) Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid... (Bir gölge yığını ve siyah renkli ve ümitsiz)

Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek. (Ey kış göğünün eli, durma, durma, çek.)

Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd! (Her ağaçlığın üstüne bir beyaz örtü!)

Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar (Göklerden emeller gibi dökülüyor kar)

Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar (Her mutlu hayalim gibi koşarak düşüyor kar)

Bir bâd-ı hamûşun Per-i sâfında uyuklar (Sessiz bir rüzgar tüylü bir kanatta uyuklar)

Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar, (Yolunda durur bir aralık sonra uçarlar,)

Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân, (Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçışarak)

Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân (Bazen uçmada tüyler gibi, bazen dökülmede)

Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun, (Karlar, sessizliğin dualarının bütün nağmeleri)

Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun. (Karlar, ruhların bahçelerinin çiçekleri)

Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök. (Dök siyah toprak üstüne, ey göğün eli dök.)

Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök: (Ey göğün eli, izzetin eli, kışın eli, dök :)

Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi; (Bahar çiçekleri yerine beyaz kar)

Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi. (Kuşların nağmeleri yerine ümidin suskunluğunu.)

Cenab Şahabettin

ÖSYM ilgi alanın ne?


şaşıyorum,şaşırıyorum...

geçenlerde ÖSS öğrencisiydim.hani şu geçenlerde.sınava adapteleme dediğim sistem var ya.işte ben onun öğrencisiydim.

sene boyu kafamızı sadece ve sadece teknik bilgilerle yormuştuk.çünkü o gerekliydi bir gelecek için.başka bilgilere vakit yoktu.senelerdir bununla yatıp kalkmıştık.bunun için önce güzel bi liseyi kazandık.sonra 4 sene okula çalıştık.1 sene ingilizce kursu,1 sene okul dersi kursu ,2 sene de dersane, en güzel yaşlar(yoksa 14,15,16,17 mi demeliyim) geçti gitti böylece.çok azımız sosyaldik.öyle ya ne gerek vardı(!) önemli olan ÖSSydi!

sınava 1 hafta kala düşündüm,yahu bu bilgiler 1 hafta sonra hiçbirşey olucak,garip...

sınava girdik,oldu da bitti.

sonuçlar geldi ki 4 yıllık liseler buuuummm...

herşey boşa gitmişti.açıklandı ve yorum yapıldı;

öğrenciler yorum ve düşünme yeteneklerini yitirmişlerdi.bi nevi ot yiyen inek niteliği taşıyorduk.

kültür mü,genel kültür?o da neyin nesi...

30.000 kişi sıfır çekmişti.hem de soruların katsayıları artırılmasına rağmen.eğitim camiası şokta.

sınavdan sonra kiminin psikolojisi bozulmuş,kimi damdan atlamış.birinciler mi?sadece hayati ihtiyaç vakitlerinde ders çalışmamışlar.

ÖSYM ise her sene sistem değiştirsin daha.bakalım hangisi tutucak.daha kaç kişi istifa edicek.katsayı muhabbeti politik mi değil mi bilmem ama,ben liberal demokratllık düzeyinden baktığımda;neymiş katsayı neden kalkıyormuş.eşitlik olmazmış.bırakın da herkes eşit olsun.hem boşverin şimdi.tartışması mı kalmış olayın.lütfen bu 30.000 nası çıkmış onunla ilgilenin,istifalar,tartışmalar olacağına.biz kurtardık da,ya diğer kardeşlerim?

YÖK daha insanların özgürlükleriyle oynayadursun,biz gerileyelim.katsayı eklerken,yok üniversiteye giriş kıyafetiyle uğraşırken bizim tren kaçtı gitti.

bakın bir de kontenjan artırıyorlar.herkes üniversiteli olsunmuş.e olsun.matbaa gibi vasıfsız doktor,mühendis,avukat basarız.sonra genç nüfuz işsiz e hayret!milyonlarca.artık her ili geçin ilçelerde de üniversite açılıyor.Muğladan Denizliye yolculukta bi yazı dikkatimi çekmişti,ilçeye üniversite açılıyormuş.hayır,karşı değilim.sadece mezun olduğumuzda vasıflı,kültürlü olmak isterim.

yoksa gelecekten çok korkuyorum.işsilik yüzde 85lere vurucak diye.

bırakın YÖK,ÖSYM,MEB, insanların özgürlüklerine karışmayı.siz öğrencilerinize bakın.biz 30.000 rakamını daha aşağıda görmek istiyoruz...kaliteli,vasıflı,kültürlü aydın gençler olmak istiyoruz.yaşama da vakit ayırmak istiyoruz.lütfen!...

bir kitabın ruhunun yansıttıkları...


Paul Arden'den hayat felsefenize neşe ve inanç katabilecek olan kitap,Ferhat Temür çevirisiyle Boyner yayıncılıktan çıkmış.kapakta kitabın ismini tersten yazılmış olarak gördüğünüzde ilginizi hayli çekeceğini düşünüyorum.


bundan yaklaşık iki sene evvel sahip olduğum bu güzel kitapta birden çok kişi tarafından derlenen bilgiler,ünlü sözleri Paul Arden tarafından mutlu bir bakış açısıyla yorumlanmış.bizleri düşünce tarzı sayesinde kalıplardan kurtarıyorlar.aslında başarılı olmanın sebebinin farklılık olduğunu apaçık itiraf edebilenlerden Paul Arden.içeriğindeki resimlerle okuyucunun daha geniş pencereden bakıp daha geniş yorumlar yapmasına sebep olan bu kitabı hayata bakışlarına güzellik,başarı,mutluluk katmak isteyenlere tavsiye ediyorum.


çılgın yorumlara sahip olan bu kitap,bence en zor anlarımızda,hatta her anımızda çantamızda durması gerekenlerden biri.bi nevi psikolog görevi görüyor.gülümsetiyor.güç sağlıyor.güven veriyor.beraberinde başarı getiriyor.insanı mutlu kılıyor.


yüzümde daima tebessüme sebep olan bu kitabı şimdiye kadar hep en sevdiklerime verip,paylaşmayı çok sevmişimdir.


sebebi gayet açık;sevdiklerim de tebessüm etsinler diye...


(aklını kullan aksini düşün;orjinal isim:what ever you think think the opposite)

Zulmü alkışlayamam,zalimi asla sevmem! derken...


Kışın gündeme oturan başbakanın Davosa damgası etkilerini sürdürüyor.başbakanı ya da partisini savunmak gibi bir çaba olmaksızın size bu etkiye basının ve insanların yorumlarını anlatmak istiyorum.

Davos çıkışı karşısında Başbakan Filistinde halife ilan edilmiş,pekçok islam devletlerinin tebriğini almıştı.hatta senelerdir bizlere uzak olan,bizim de uzak olduğumuz Türki devletlerle aramızın daha samimi olmasını sağlamıştı.o vakitlerde her haberleri izlediğimizde İsrailin vahşeti karşısında içimiz parçalandığından,bizlerin de takdirini almıştı.

Başbakanın yaptığı gösterişti,reklamdı ya da değildi.bu kısmı bizi şu yazıda,şu an ilgilendirmez.

yaz ayları geldiğindeyse turist konusunda İsrail tutucu davranmış,bu tepki karşısında haliyle tatil mekanlarında İsrailden gelme turistlere rastlanamaz olmuştu.

bunun üzerine insanlar,turist kaybettik hep başbakan yüzünden,demeye başladılar.

anlamıyorum onları...

insanlar zulme karşı çıktık diye ülkemize gelmiyorlar ve biz de üzülüyoruz.keşke üzülecek başka şeyler bulsak kendimize.

belki milyonlar akıp gitmiş olabilir tepkimizle,olabilir.üzerimizdeki kötü İsrail etkilerinden bahsetmek istemiyorum,henüz konunun derinlerine inmeyeceğim.ithal tohumlar onlar bunlar...İsrailin güçsüz insanlar üzerine kötülükleri,tarafımızdan herhangi birinden bir tepki,genellikle suskun kalmayı tercih eden ülkemiz için güzel birşey.eğer gelmiyorlarsa da gelmesinler.fikrim,zulmeden eğlenmesin zaten bu topraklarda,yemesin ekmeğimi...zaten yemediler mi yeterince(her bakımdan diyorum)

ne demiş Mehmet Akif; 'zulmü alkışlayamam,zalimi asla sevmem'ben büyüğümün dediğini dinlerim.ve devamında şöyle der;'biri ecdadıma saldırdı mı...hatta boğarım.-boğamazsın ki?-hiç olmazsa yanımdan kovarım'

işte biz de zulmedeni hiç olmazsa yanımızdan kovalım...zahmet olucak...

Ekim 2008'de kaybettiğimiz üstadımızın anısına...*


Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri, Ki ne kadar dalsa ruhum yenidendöner geriye:

Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri,Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır diye
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA'dan hasret

Pazartesi, Temmuz 20, 2009

GÜNLER GÜNLERİN ARDINDAN*...


MFÖ...

1966'da başlayan bir macera onlar...onlar Türkiyenin en önemli ve en köklü grubu...
öncelikle Mazhar Alanson ve Fuat Güner Aşık Veyselden ismini esinlendikleri 'Türküz Türkü çağırırız' isimli albümlerini çıkarırlar.aradan çok geçmez,Fikret Kızılok,Barış Manço,Dadaşlar,Erkin Korayla çalışmak derken o üçüncüleri olan,gruplarının vazgeçilmezlerinden Özkan Uğurla devam ederler.Diday diday day ve sufi ile eurovisiona katıldıklarında sunucunun onlara MFÖ demesiyle adları da artık konmuş olur.ve koca başarılarla dolu,o koca 36 yıl geçip gider...

70ler, 80ler ,90lar, 2000ler...

güllerin içinden çıkıp gelir onlar...71'de...84'de elegüne karşı yapayalnız-dırlar albümlerinde.85'de 'peki peki anladık'la çıkarlar karşımıza.doğrusu, o zamanı görmüş insanların karşısına.86'da rock zamanıdır ve 87'de no problem derler.89'da artık kendilerini tanımlarlar'best of MFÖ'tıpkı bugün oldukları gibi.90'da onlara da gelirler geldilerle.şarkılara getirilen çılgın yorumlar devam etmektedir.92'de dönmem yolumdan ile 95'de M.V.A.B(mazeretim var asabiyim ben)ile yolculuk sürer.2003'te collection ile albümleri toplarlar.ve 2006'da yepyeni AGU çıkar.'VURGUN YEDİM' işte bu zamanda vurur bizi.

bir bütündür onlar.her ne şartta olursa olsun onları sahnede tek göremezsiniz.üç tane delidir onlar kendi tabirleriyle.e kulakları da küpelilerdir.

beraberliklerini ben onların şarkılarına bakarak şu bölümün bunu ifade ettiğini düşünürüm hep;

'özleye özleye kavuştuk birbirimize

birbirimize vitaminler moraller verdik

içimizdeki şeytanlara zülfikarlarla saldırdık

GÖZYAŞLARIMIZI BİTTİ Mİ SANDIN?'

hep beraberler,dostlukları hep beraber.inanırım ki beraber ağlayıp,beraber gülerler,beraber savaşırlar.

aradan yıllar geçmesine rağmen gündemde yerini koruyan bu üçlü herkes kadar gençlerin de gönlünü fethetmiş durumda.17 yaşında bir genç olarak ben,onları dinlediğimdeki huzuru tarif edemem.bir tebessüm yer ediyor bende.

tek benim fikrim değil bu,mesela 'gözyaşlarımızı bitti mi sandın?*'isimli parçaları özellikle İstanbul trafiğinde rahatlatan müziklerin arasına seçilmiş.

duruşları yeterdi onların.Mazhar Alansonun altına saklandığı şapkası,Özkan Uğurun gülümsemesi,Fuat Günerin sakinliği ve hepsinin büyük bir uyum sağlayarak gitarlarını tutuş şekilleri...hep gençtiler,genç kalıcaklar...bir kuş kanatlanır onların gönüllerinden...

müzik,dostluk,enerji ve yenilik...

insan daha başka neye ihtiyaç duyardı ki...

aynı o özgür üçlü gibi...

madem başlığı onlarda attık,şarkının devamını paylaşalım;

günler günlerin ardından

seni unutmak mecburiyetindeyim

seni sevmeler cumhuriyetinde

gözyaşların

gözyaşlarııııım

kafiye olsun diye değil...(o gitarın arka fondaki sesi,ve kafiye olsun diye değil diyen o güzel,içten,tok sesiyle Mazhar Alanson ve beraberinde Özkan Uğur,Fuat Güner ile MFÖ herşeye değer...)

BAHARDA ERENKÖY'ÜNDE,BAYRAMDA SÜLEYMANİYE'DEYDİ O!


Bir istanbul aşığıdır bahsettiğim...kimi vakitlerde kavacıktadır...dost ışıklarını üsküdarda arar o.baharda erenköyün kaşanelerine gider cananla.bayram oldu mu süleymaniyeye çıkar,kendini cedlerin mağrifet ikliminde bulur.adalara giden sevgilisine yazıklarını ölüme gidenler için yazılmış gibi algılatır hep bize.öylesine içlidir.Yahya Kemal Beyatlı...senelerdir saf şiirin ustalarından olan bu şairimizin şiirlerini büyük bir zevkle okumaktayım senelerdir.İstanbul...aşığı olduğum istanbulu biri ancak bu kadar güzel yazabilir,tasvir edebilirdi.küçükken fotoğrafını görmemiştim ben üstadın.çok büyük sayılmazken fotoğrafıyla karşılaştığımda açıkcası büyük hayal kırıklığına uğramıştım.dış görünüşleriyle insanları değerlendirmek kötüdür.tabii bunun bilincinde olmadan okuduğum şiirlerindeki inceliklerle değerlendirmiştim,tasvir etmiştim ben Yahya Kemali.karşımda yemeğe zafiyeti olan,şişmanca bir adam görünce şaşırmıştım.ve bir de hikayesini dinledim.hani şu mekteb-i şahanedeki yıllarını ve yaşadığı aşklarını..aradan zamanlar geçti.okuldaydım.ve bir edebiyat dersinde.benim için pek değerli olan edebiyat öğretmenimiz bizden saf şiir ezberlememizi rica etmişti.herkesten önce önce ben atılmıştım.\'SÜLEYMANİYEDE BAYRAM SABAHI\'şiiri aldığımda bendeki mutluluğa diyecek yoktu.10 gün evin içinde onu okuyarak dolaşmıştım.evdekilere bıkkınlık verecek kadar.bu kadar mükemmel birşey olamazdı.içine girdikçe,derinini düşündükçe Yahya Kemalin ne büyük bir saf şiirci olduğunu tekerrür etmekteydim.günler günlerin ardından geldi...şiiri sunma vakti gelmişti.koşarak girdim sınıfa.önce süleymaniyeyi anlattım tıpkı şiirdeki gibi\'görebilsin diye sonsuzluğu heryerden iyi,seçmiş istanbulun ufkunda bu kutsi tepeyi\'sonra sanki haykırcakmışım gibi sınıfa baktım ve dolu dolu şiirin ismini söyledim.başladım okumaya ama kendimi kaybetmiştim ve bağıra çağıra okumuştum şiiri.sınıf beni merakla dinliyordu.kim dinlemezdi ki Yahya Kemali...\'artarak gönlümün aydınlığı her saniyede, bir mehabetli sabah oldu süleymaniyede,kendi gökkubbemiz altında bu bayram saati...\'evet en sevdiğm kelime gurubuydu.birden çok anlam ifade eden,coşagelen...KENDİ GÖKKUBBEMİZ!ve mimar sinanı anımsattı şiir.\'bir neferdir bu zafer mabedinin mimarı\'ilerledi,birlik beraberliğimizi simgeledi.sonra bizden bahsetti.\'taa Malazgirt ovasından yürüyen türkoğlu,Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli\'sonra da gücümüzden\'hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz.\'ve tarihimizi hatırlattı\'Barbaros belki donanmayla seferden geliyor\'başında bayram sabahına ulaşmanın keyfini,yeni kıyafetlerle bayrama açılan kapıdan girişin tasvirini yapan Yhaya Kemal,şiirini kendine özgü bağlantı ve yorumlarıyla,mükemmel işçiliğiyle devam ettirmekteydi.sonra şöyle anlattı sonunda o ambiyansı.\'Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yineYaşıyanlarla beraber bulunan ervahı. Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı!\'ve göğsümü gererek şöyle demiştim;YAHYA KEMAL BEYATLI.ve yahya kemal alkış yağmuruna tutulmuştu,dilden dile dolaşıp,insanları çok ama çok etkilemişti.hiç şüphesiz en çook da beni.o vakitten sonra Süleymaniyeye gittiğimde daha bi doluydum.yokuşu çıkarken başlardım şiiri okumaya.değerini bilenler yanıma sokulur dinlerlerdi beni.kütüphanesinden manzaralı ön bahçesine tam bir süleymaniye tutkunu oluşmuştum artık.yahya kemal gibi\'Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;Ben de bir varisin olmakla bügün mağrurum;Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,Senelerden beri ru\'yada görüp özlediğimCedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.\'bu ulu mabedin önünde dakikalarca onu seyredip,yahya kemalin atmosferine girmeye çalışıyordum artık.bu saatlerde süleymaniye tarih oluyordu.bende ve kişiliğmde çok etki bıraktığı için süleymaniyede bayram sabahını anlatmayı tercih ettim.lakin belirtmeliyim ki üstadın tüm şiirlerinde bu havayı yakalıyorsunuz.hele bir de onu gibi istanbul aşığıysanız.tüm şiirlerini tek tek inceleyip yorumlamıştım.kavacığa gidiniz.okuduğunuz tüm duyguları hissediceksinizdir.baharda erenköye gidin.cananı göreceksinizdir yahya kemal gibi.adalara giden vapurun arkasından bakınız bostancıda.o yakıştırdığımız ölümü yada gidenin arkasından duyulan hasreti hissediceksinizdir.dostunuzu üsküdarda hatırlayınız yahya kemalle.Aziz İstanbul diyeceksiniz Bir Başka Tepeden bakarak.istanbulun fethini üsküdardan dinleyeceksiniz.çünkü o şahittir yahya kemalin şiirlerinde.istanbulu bir kez de yahya kemal gözüyle dolaşmak açıkçası insana huzur veriyor,değerlerinin farkına vardırtıyor.e o vakit buyrun baharda erenköyüne,buyrun bayramlarda süleymaniyeye...Yahya Kemalle birlikte...

GENÇ YAKLAŞIMLARIN KÜLTÜREL YOZLUĞU




Şimdi sizlere komik ama çok komik bulduğum bir durumdan bahsedicem.o derece istekliyim ki bir an evvel sizlerle paylaşmak istedim .yalnız belirtmeliyim ki benimkisi güzel yurdumun güzel insanlarının ağlanılacak hallerine gülmekten öte bir şey değildir. Yakın zamanlarda gençlerin kendilerini bir birey olarak gördükleri andan itibaren iç ve dış faaliyetlerine yansıttıkları siyasi görüş ve çatışmalar öyle yerlere vardı ki artık şaşıyorum.bakmayın aynı şaşkınlığım saygıdeğer büyüklerim için de geçerli.lakin bugün seçim olsa yaşım oy kullanmaya dahi yeterli bulunmadığı için,siyaset konuşmaya da yeterli olduğumu düşünsem bile bunu sırf burnumu sokup satırlarca haykırmak istemediğim için yapmıyacağım.genç arkadaşlarımdan devam edeyim;henüz pekçoğunun gündeme zaman ayıramayıp,kafelerde sevgilileriyle boş laflarına saatler ayırdığı…gençliklerini yaşadıklarını sanıp günübirlik saçma,avrupai gelenek tarzı heyecanlarına tutkuyla bağlı olduğu…ananelerimizden bihaber yaşamayı modernlik saydığı…gerçek duygu ve değerlerinden yoksun,karakterini hergün değiştirerek acayip insanlara dönüştüğü…aslında yazılabilecek o kadar çok şey var ki gerçekten kendime engel oluyorum.işte bu gençler ve böyle olmayan gençler arasındaki sohbetler siyasete,politik tarzlara varınca ortaya alaca bir renk çıkıveriyor.dikkatinizi çekerim rengarenk demedim.henüz 9. Cumhurbaşkanımız kim sorusuna Bülent Ecevit cevabını veren,dünyanın paylaşamadığı değerli kudüsü bilmeyen,Ankarada deniz olduğunu sanan,hatta daha da ötesi Denizlide deniz olduğunu sanan gençlerin bulunduğu ortamlar…açık olmalıyım ki hiç de içaçıcı olmuyorlar.he, bilenle konuştuk diyelim.o vakit öyle anlar geliyor ki inanın az evvel bahsettiğim cehaleti yeğliyorsunuz .bakın size bu konu üzerinden ufak bir açıklamayla ne anlatacağım;her insan ebeveynlerinden etkilenir.günümüzde sağ sol muhabbeti devam etse de bu ben dahil pekçok genç arkadaşıma bıkkınlık vermiş durumda.ayrımı pek sevmiyoruz.hem gençliğin verdiği bir şevkle,hem de kanımız gereği özgürlüğü,özgürlükçü düşünceyi savunuyoruz.evet aklınıza gelen kelime;liberallik.zıt düşüncelerin biraraya gelerek uzlaşması anlamına da gelen bu kelimenin ülkemizde uygulanmasının ütopik olduğunun farkında olanlardanım.geçen seçimlerde LDPnin 65 kişiyle miting yaptığını da bilmekteyim.hatta ben liberalim dediğimde hayalperest diyenler dahi oluyor.varsın olsun.belki de haklılardır.ama ben yine de umutluyum.eşitlik,adalet ,özgürlük gibi kavramları içinde bulundurarak güzelleşen bu akımın bir gün bizleri de güzelleştiriceğine inancım tam.sempatim de öyle.ancak anlatmak istediğim bu kelimenin gençler arası kullanımı.Adaletli davranılmayan insanların pekçoğu intikam amaçlı mı bilinmez adaletli davranmazlar.tabii bu belli kesim için geçerli.ve hem adalet kavramına uymayıp hem de liberallik terimini ağızda taşımak bilinçsiz olsa gerek.kimileri belki de bunu değişiklik olsun diye kullanıyor olabilir.Liberaldirler güya ama insan ayrımından sakınmazlar.liberaldirler ama insanların yaşayışlarına burunlarını sokup,onları engelleyip özgürlüklerine engel olurlar.Nasıl bir düşüncedir ki bu,nasıl bir cehalettir ki bir terim üzerinden yapılan hareketle o terimi ve o terime sahip olanları kirletmek?anlayamıyorum…Liberalim ben…böyle diyen insanları önce bir sınava tabi tutmam gerektiğini pekala iyi öğrendim.hele bu genç bir insansa.Zaten sitemim,gençlere…Hani nerdesiniz liberal arkadaşlarım,siz pcnizin başındayken afrikada çocuklar ölüyor.hani nerdesizniz,haksız yere birçok insan zarar görüyor.nerelerdesiniz,son 5 yılda AHİMe giden bi dolu insan var,ve Türkiye bir dolu tazminat ödedi ve ödemeye devam ediyor.hani nerdesiniz kaoslarda kardeşi kardeşe katlettirip,90 gün millet iradesine zıt düşerek bizi yönetenlere karşı,ülkemizi 20 yıl geri götüren darbeye karşı yürüyüş yapıldı,nerdeydiniz?nerdeydiniz insanların inançları aşağılanırken?nerdeydiniz yanıbaşınızda insanlar kendi çocuklarını kesip sobada yakarken?ben cevap vereyim;gençliğinizi kullandırıp şevke geliyordunuz.kafedeydiniz siz o vakitlerde.yanınızda da bir grup arkadaş.darbeyi savunuyordunuz.haberleri duyup karşıt düşüncelere küfrediyordunuz.Ankara Kızılayda eylemlere koşuyordunuz ders çalışıp adam olup adem olup haksızlıklardan ülkeyi arındıracağınız yerde.siz de kardeşinizi katlediyordunuz.siz de giyinişe inanca bakıp bizden değil bu vurun kahpeye diyordunuz.siz de kesmelerine yardım ediyordunuz insanları.siz de bozuyordunuz psikolojilerini aşağılayarak insanları.kısacı liberalliği yahut onu bunu kullanıp,üniversite kitaplarından başka kitap okumayıp,çanakkaleye gitmek yerine barlarda sabahlara kadar eğlenip birbirinizin kaşını gözünü yardınız.sivası güneydoğuda sandınız siz.oysa gerçekler farklıydı.siz geleceğin ışıklarını bilinçsizliğinizle söndürdünüz.Hepinize yürekten teşekkür ederim pek kültürlü genç arkadaşlarım,teşekkür ederim!

BİR KENT TARİHİNE YAZILABİLİR AŞKA DAİR


İstanbul;

evvel Yahya Kemal sever seni.kendi gökkubbemizsindir sen.öyle de değil misin gerçekten?her semtini ayrı sever üstad.bir nazlı sevgilisindir sen ona göre.bayramlarda seni hep tepeden seyreden Süleymaniyede.dostluğunu kızkulenin annesi Üsküdarda pekiştirir.baharda kaşanelerine,Erenköyüne gider cananla.canan ki sensin...

Orhan Veli gözleri kapalı dinler seni.fıstıkağaçlarından doğar ay.öyle bir havada gelmişsindir ki vazgeçmek mümkün olmamıştır senden.öylesine sever seni o.

Atilla İlhan sende yaşar hep.sevgilisiyle beraber ağlardın sen.ondan çok severdi seni belki de.şöyle ifade eder bu düşüncesini bir şiirinde,'saçların ıslanacaktı,kış geceleri gibi uzun,tek damla gözyaşı dökmeksizin,mariodolores ağlayacaktı,İstanbulu yağmur tutacaktı.'

Sait Faikse adalarında kalmayı tercih etmişti.Burgazadanda.hani şu marmara denizinde seni tarif eden dört incinden bir tanesinde...

Tevfik Fikret seni bir sis olarak görse bile,en güzel hazinen boğazından,aşiyanından ayrılamazdı.gözleri hep senin mavi akıntını arardı.

lale devri edebiyatçıları için zevk ve safaydın.Nedim serv ü revanıya sadabadına çıkardı gazel han olabilmek için.

Haldun Taner Şişhaneye yağmur yağarken hayrandı sana.

Necip fazıl senin mistik yönlerinle şaha kalkardı.Beyoğlun tepinirken ağlardı Karacaahmetin.

Sunay Akına göre çocuğunu asma köprüde sallayan bir anneydin sen.ki süt dolu biberonu kızkulendi s0ğusun diye suya tutulan.o derece merhametliydin,şefkatliydin sen.

Ümit Yaşar için ışık ışıktın.Nazım Hikmetle İlhan Berk hep seni konuşurdu.

Vedat Türkali uzaklardan seni düşünürdü.

Faruk Nafiz tüm milliyetçiliğnde seni bulurdu.

Fazıl Hüsnü sevgisini unutmak için seyrederdi tablolarını,bir camiindeki mermeri.

Behçet N ecatigil senin evlerini anlatırdı bize.

Özdemir Asaf o kısa şiirlerinde seninle etkiledi bizi.

Şeyh Galib divan edebiyatını sonlandırırken dahi seni andı.

Sezai Karakoçun yağmurundan sonra büyüyen başağıydın.Monna Rossası gibi.

sahiplerin sultanlar kalemlerinin uçlarında tuttular seni.İkinci Mahmuttan Birinci Ahmet Bahtiye.

Abdülhak Hamitin ve pekçok yazarın romanlarına başkahraman oldun.

tek biz değil yabancılar da hayrandı sana.Pierre Loti sana bakarak ağladı sevgilisinin başında.seni bırakıp gidebilir sandı ama yanıldı.kızdın sen de kırıldın sevdiğini ondan aldın.

daha nice İstanbula aşık İstanbulda aşık vardı.e dünyanın en güzel şehriydin ne de olsa.

senin kokun başkaydı.herkesin sevdiği sen kokardı.sen biz kokardın...

Yıldızdan Ortaköyden bir seyirdin.

Galatadan bir uçuş.

Emirganda bir tekne.

Boğazda bir martı,bir simit ve bir vapur.

Çengelköyde bir yalı.

Bostancıda bir gemi.

ebemkuşağı gibi rengarenk,işlemeli,çinili,kuleliydin,Çamlıcaydın.

Yeditepeli,saraylıydın...

çünkü sen ...

...İSTANBULDUN!...