Pazar, Kasım 22, 2009

schwamme grippe*


geleneğe uydum,ben de domuz gribi oldum.

2 gün hayattan irtibatı kopardım,3-5 gün de evimin kapısından dışarı adımımı dahi atamadım.dışarıda da inadına güzel bir hava.

İstanbul daha bir güzel.

kime ve neye kızacağımı bilemedim.

malumunuz salgın,hem de beynelminel bir hal almış.ne elinize yüzünüze sürüdüğünüz jelleri dinliyor, ne de başka birşeyi.çaresiz hastalığın daha önce hiç karşılaşmadığım acılarına,geceleri düşmeyen ateşlerine katlanmak zorunda kaldım.sadece ben de değildim geceleri ziyan olan;başımda durma bekleyen ve bana bakan annem ve babam da vardı.

hastanelerde her yerde koruyucu jeller,spreyler ve kan alma odalarının sıcaklığının 25 derecenin altına düşürülmemesi...haftalar öncesi önemsemediğim gribi önemseten nedenler.


domuz gribi.H1N1...hepimiz bu gribin yıllar önce ortaya çıkmış İspanyol gribinin evrimleşerek oluştuğunu öğrenmiştik.normal bir grip gibiydi,ama çok daha fazla acı çektiriyordu,hatta can alabiliyordu.

domuz gribi normalde domuzlarda görülen A tipi grip virüsünün yol açtığı bir solunum hastalığı.ve şu sıralar haber geçitlerinde sıkça okumuşsunuzdur;Dünya Sağlık Örgütü gribin daha da yayılacağı konusunda uyarıyor.

hastalığa yakalandığınızda tek yapmanız gereken normal bir gripmişsiniz gibi davranmak.greyfurt,portakal,limon sıkıp içmek.adaçayı demlemek vs.çünkü başka çareniz yok.doktora gittiğinizde,size normal gripsiniz denmiyor.çünkü grip vakalarının yüzde doksanı domuz gribi.


aşı demeyin.bunda bile kobay olduk.şimdi zararı yok gibi görünüyor ama ya yıllar sonrası?


toplu alanlardan,fuar,çarşı,pazar,otobüslerden(iett) uzak durmak lazım ama bayram arifesi pek mümkün olmasa gerek.hele mevsimsel grip olmamız gereken bir vakitte ve havalar bu derece değişkenken.en çok korktuğumsa memleketlere ve tatil yerlerine dönüş olucak şu bayram tatilinde grip felaketinin daha da yayılması.herkes farklı yerlerden ve enfeksiyonlarla gelicek.hele uzakdoğuya gidenler nasıl dönicek?

her ne şartlarda olursa olsun kendi pisliğini yiyen ve vücudunda sürekli bakteriler üreten şu domuz hayvanının yaptığına da bakın.

aslında sadece bu da değil etkileri.domuz hayvanı çok çabuk büyüyebilen bir hayvandır.çünkü büyüme hormonunu çok hızlı salgılayan bir yapısı vardır.ve onun etiyle beslenen insanlarda da aynı etkiyi gösterir.


ben de hep merak ederdim.domuzu rahatlıkla yiyen ülkelerdeki insanlar neden kocamanlar diye?mesela ergenliğe girme yaşlarıda düşüktür bu ülkelerin hep.sebebi aslında gayet açıkmış.


ve sonra tekrar araştırdım.bakın daha ne gibi zaraları varmış.ama evvel şunu demek istiyorum;ülkemizde yılda 3 bin ton üretiliyormuş domuz eti ve yağı.bu sadece inandırıcı kılındırılmaya çalışılan kısmı.biz GDOyu tartışaduralım domuz salgınlarıyla bizi dünyadan göndermeye hızla devam ediyor.peki siz hala her bulduğunuz yerden et ve türevleri olan ürünleri gönül rahatlığıyla tüketiyor musunuz?(önce bir temizliğe dikkat edelim de)şunu da belirtmeliyim ki domuz gribi etiyle geçmiyor ama zararları aşağıda.bir de;eğer müslümansanız veya yahudiyseniz zaten yemeniz abestir.müslümansanız;çünkü Allah,domuz etini haram kılmıştır.ne gibi tehlikesi olduğunu bildiği için.Şüphesiz O herşeyi en iyi bilendir.

yahudilerse,dinlerine hristiyan ve müslümanlardan daha bağlı insanlardır.ve Tevrata göre asla domuz eti yemezler.zaten yahudiler kendilerine zararlı hiçbir şeyi yemezler.


zehirli maddeler:çok yağlı olduğu için yağı kana geçtiğinde atardamarların sertleşmesine neden olur,tansiyon yükselir ve kalp enfatüsü olur.içindeki sutoksin zehrini atmak için vücuttaki lenfler çok çalışır ve lenf düğümleri iltihaplanır.=Domuz hastalığı


kükürt:içindeki fazla kükürt eklem iltihaplanmaları yapar.


deri hastalığı:"imidazol" denilen kaşıntılar yapar.nörodermatit ve egzama yapar.


trişin:tek kaynağı domuz olan ölümcül bir hastalıktır.


siroz:Ottowa üniversitesi kaynaklı araştırmada kişi başı domuz eti tüketimiyle sirozun orantılı olarak devam ettiği tespit edilmiştir.


kanser:pekçok kansere sebebiyet verip,içerdiği büyüme hormonu da kanserin ilerlemesine etkendir.


obezite


haya duygusunun azalması:domuz eşini kıskanmayan tek varlıktır.aynı zamanda bir dolu domuzla beraber olabilir.yapılan araştırmalar bu durumun insana yansıdığını göstermiştir.çünkü domuz yağı E vitaminini öldürür.

ayrıca karakter değişikliğine sebep olduğu da tespit edilmiştir.
















Pazartesi, Kasım 16, 2009

adem olmak...




anekdot;




"adem olmak" tabiriyle kastedilen,toplum tarafından genel kabul görmüş bir ahlaka,kültüre,tavra ve adaba sahip olmaktır.bizim toplum dibe vurmaya çalışıyorsa,genel kabul gören kalıplar bütünü acaba nasıl ve ne kadar doğru şekil alabilir?



ekimin güneşli,hafif esintili harika bir günüydü bahar kokusunu saldığı...aslında tam hatırlamıyorum,kasım başı da olabilir bahsim.



yaz tatili dönüşünden beri rutin olarak devam ettiğim bostancıdaki dil kursuma gidiyordum.evim bu yazbaşı itibariyle çamlıca eteklerinde olduğundan önce altunizadeye iniyordum,ordan da üsküdar-bostancı arasındaki hatı kullanarak bostancı yolunu tutuyordum.


2 otobüs değiştirince,mesafe de uzun olunca yıllardır aşina olduğum otobüs ve durak muhabbetleri benim için vazgeçilmezleşiyordu.bazen öyle abartıyorum ki insanlar fazla samimiyetime teşekkür dahi ediyorlardı.garipsediklerini bilsem bile hepimiz kardeşiz felsefemden kurtulamıyordum.kimi zaman yaşlı bir dedeyle,nineyle olan sohbetim,kimi zamansa elimdeki şekeri dahi yanımdaki o koskoca amcaya uzattıktan sonra,amcanın "paylaşmak güzel şey"deyip çocuk gibi sevinmesiydi mutluluğum.


aslında bu yolla çok daha fazla insan tanıyabiliyordum.-zaten bi nevi hümanisttim ,kelime insanları aşırı sevmenin tam karşılığı olabilecekse eğer.-bence bu devirde insanları 2 şekilde tanıyabilirdik;birincisi herkesin tüm hayatı sergilemekten büyük memnuniyet duyduğu facebook,bir diğeri de sosyal ortamların bence baştacı olan iettler.sözgelimi bu yaklaşım tabii.


o gün,bostancı otobüsünde bir teyzenin yanında yer buldum.hemen yanımdaki dörtlü koltukta 4 genç kız muhabbet ediyorlardı.hemen karşımda da gözleri pekiyi görmeyen bir genç kız daha.



otobüslerde aslında olmadık diyeceğiniz insanlardan bile çok fazla kültürel bilgi öğrenebilirsiniz.mesela ben taksim-beşiktaş-sarıyer otobüsünde umursamaz tavırları olan bir teyzeden arnavutköy hakkında bi dolu ,çoğumuzun bilemeyeceği bilgiler edinmiştim.tabii hep böyle olmayabilir,işler ters gidebilir,pekçok dedikodu da dinleyebilir,sıkılabilirsiniz orası ayrı mevzu.:)



yandaki gençlere ister istemez kulak vermiştik.anladığım kadarıyla kızlar özel üniversiteye henüz bu sene başlamışlardı.yaşıttık.doğrusu ben biraz daha küçüktüm.tabii benim okulum her ne kadar kasımda başlayacak olsa da Türkiyede okullar açılmıştı.



kızlar,şöyle sokakta onlarcasına rastlayabileceğiniz,fabrikanın tek tip üretimi gibi tarzları olan kızlardı işte.en bayıldığım yanlarıysa konuşma tarzlarıydı.bir kelimeler nasıl bu kadar yuvarlanabilirdi?Türkçe nasıl bu kadar bozulabilirdi?bu neceydi?anlam veremedim.tek bildiğimse Okan Bayülgen yahut muhterem Metin Uca gibi insanların zeki ve kültürlü sayılabilcek sivri eleştirilerine layık olduklarıydı.

o esnada Burak denen çocuğun ne derece vasıflara sahip olduğunu,kızın kurlarını ve arkadaşlarının kızı dizilerdeki bihter karakterlerine benzetmelirini de öğrenmiştim.


ne kadar da önemli ama değil mi?tabii bunlar anlayabildiğim kadarı.amacım ahlak ahkamı kesmek değil belki ama gençler arası espritüel yahut güncel muhabbet ve davranışların da seviyesi olması gerektiği taraftarıyım.



bakışlarım öyle deliciymiş ki karşımdaki kız beni anlarcasına ve bana hak verircesine gülümsedi.yanımdaki yaşlı teyzeyi beraber otobüsten inmesine yardımcı olduk,4 kızın yaşlı nineye olan küçümser bakışları altında.ve muhabbete koyulduk.

inmem gereken durağa geldik ve tesadüfen o da benimle indi.vedalaşırken bana sımsıkı sarıldı.ben de ona.



bu kız onlar kadar boyalı değildi,ilgi çekme çabasıyla da yanıp tutuşmuyordu.doğallığı ve doğallıktan yana oluşum bizi buluşturmuştu.


şimdi başlık neden adem olmak ki diye bana sorucaksınız biliyorum.


efendim,daha neden olsun.


belirli kalıplar çıkarıp,kendimizi onlarla standartlamayalım dedikçe yeni fikirler yerine aşırı ahlak kaybı bulduk.anlattıklarım sadece yansımalarıydı.


oysa adem olmak,adam olmak ne okula ne de giyinişe bakardı.süse püseyse kafasını kaldırmazdı.

böyle insanlar mı ileride kardeşime,daha 1 yaşında olan kuzenime öğretmen olucaklardı?bunlar mı fikirler üretip ülkeyi yöneticeklerdi?

sırf kızlar değil,geçenlerdeki gibi, mantık dışı,stratejisi dahi olmayan bilgisayar oyunlarının başında ölen çocuklar mı atalarımın emanetlerini yükleniceklerdi.


"anne baba ve arkadan gelen bir deli(çocuk)"sözüne nazire gibi oldu cümlelerim.


insanlıktan,ahlaktan yoksunluğa ,yapaylığa doğru çığ gibi büyüyen zevklerimiz,bizi ademlikten ederken...afedersiniz yine sinirlendim devam edemeyeceğim...



















Perşembe, Kasım 12, 2009

siyasi fikir hürriyeti...


"Siyasi fikir hürriyeti bizde sadece ve sadece devlet ve onun polisi,savcısı tarafından kısıtlanıyor gibi algılanır ve öyle gösterilir.siyasi fikir hürriyetini baltalayanlar bizde bizzat vatandaşın kendileri,hatta hürriyetperver geçinen zümrelerdir.insanlar işlerine gelmeyen fikir sahiplerini çok tenkit ederler,onu koruyanlar da öbür vatandaşlardır.dolayısyla bizde bir fikir adamının,bir sanatçının tarafsız kalması mümkün değildir,bir tarafa kapaklanır.tarihçiye engel meslektaşından gelir,okumuştan gelir.şunu diyemezsin bunu diyemezsin derler.bir şey dediğin an bi tarafın adamı olursun.onun için bu gibi memleketlerde geniş tarihi sentez ve yorum yapılamaz.bu ülkede yapılacak iş bilinmeyen tarihi bildirmektir." demiş prof.dr.İlber Ortaylı hocamız,tarihçinin karşısına çıkan siyasi fikir hürriyeti engelinden bahsederken.


fazla söze ve yoruma gerek yok.açık,anlaşılabilir cümleler bütünüdür yukarıdaki paragraf.bir tarafa kapaklanır,diğer tarafın fikirlerine bol hakaretler ve tenkitler ederiz biz.sulhsuz,hoşgörüsüz.ne yazık!öyle özgür de olamayız hani.ne fikirlerimizde ne de yaşantımızda.



***tavsiye ederim ki:


"tarihin izinde "İlber Ortaylı=söyleşilerinin mevcut bulunduğu kitabı*

Cumartesi, Kasım 07, 2009

Osman!Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.


tarihle içiçe olamadığım bir yaşamımın olduğunu düşünemiyorum.kimbilir ne kadar yalın olurdum.


geçenlerde pek kıymetli İlber Ortaylı'nın kitabında okumuştum.röportajından bir bölümde tarihçi olunmaz doğulur diyor.merak,her insanda olamaz demiş.bir de eklemiş;"kendi yaşadığı dönemde değerlerin kaybolup gitmesiyle insanın bir başka ortama gitmesi sözkonusu oluyor.zannediyorum halden memnun olmamak ve genç,hatta küçük yaştan itibaren nostaljiye kapılmak,mevcut durumdan kurtulmak için kendine yeni bir dünya aramak;bunların tesiri olmuştur tarihçi olmamda.''


zannediyorum benim merakım da işte sayın İlber Ortaylı'nın anlattığı bu durumdan kaynaklınıyor.kirlenen bir dünyaya duyulan memnuniyetsizlikten...


bu düşünceleri okumamın üzerinden çok geçmedi,elime alıp başladığım başka bir kitabın ilk sayfalarında rastladığım isimle,doğruları yeniden tarttım.kitap Halil İnalcık'ın Devlet-i'Aliyyesiydi.araştırmalarına evvel Osmanlının kuruluşundan,Türkmenlerin Anadoluya göçlerinden başlanmıştı.rastladığım isimse Baba İlyasın soyundan gelen Vefaiyye-Babai şeyhi Ede-Bali' ydi.

bilindiği üzere Şeyh Edebali'nin Osmanlının kuruluşu üzerinde büyük bir etkisi vardır.kendisi alimdir ve Osman gaziye olan nasihatiyle,kurulacak olan devletin felsefesini çizmiş ve bu devlet 600 sene kıtalara hükmetmiştir.

kirlenen bir dünyadaki liderlerin bu felsefeye uymaları neticesinde neler olabileceğini düşündüm,ve Şeyh Edebalinin Osman Gaziye olan nasihatini bir kez daha işte bu düşüncelerimle okudum.böyle ince bir felsefe üzre yetişen bir toplum olsaydık eğer,memnuniyetsizliğim de kaybolucaktı diye düşündüm.

"Ey Oğul,

Beysin!bundan sonra öfke bize,uysallık sana.güceniklik bize gönül almak sana.suçlamak bize katlanmak sana.acizlik bize,yanılgı bize;hoşgörmek sana.geçimsizlikler,çatışmalar,uyumsuzluklar,anlaşmazlıklar bize;adalet sana.bundan sonra bölmek bize bütünlemek sana.üşengeçlik bize,uyarmak,gayretlendirmek,şekillendirmek sana.bilgisiz kılıç ham armut gibidir.milletin kendi irfanın içinde yaşasın.ona sırt çevirme.her zaman duy varlığını.toplumu yöneten de,diri tutan da bu irfandır.

ey oğul;sabretmesini bil,vaktinden önce çiçek açmaz.şunu da unutma!insanı yaşat ki Devlet yaşasın..."


başımızdakilerin tümüyle bu felsefe üzerine hareket ettiklerini düşünsenize.dünya,daha da yaşanabilir olurdu.


bir de bilgilerle dolu bir dünyadan bahseder;

"kişinin gücü günün birinde tükenir.ama bilgi yaşar.bilginin ışığı kapalı gözden bile içri sızar,aydınlığa kavuşturur.hayvan ölür semeri kalır,insan ölür eseri kalır.gidenin değil,bırakmayanın ardından ağlamalı...bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli.''



''şu üç kişiye;cahillerin arasındaki alime,zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene acı!"


ve sona doğru;


91 senesinin sonuna doğru,dünyaya gelmeme yakın babam hep benim için;Edebali gelicek Edebali gelicek dermiş.


keşke babamın dedikleri doğru olsa da,ben de Edebalinin bu güzel felsefesi üzerine yaşayabilsem.umarım ben ve benimle beraber yetişen nesil olarak bu anlamlı felsefe üzerine ülkemizi yönetebiliriz.


ve son olarak,bizler Osman gazinin torunları olarak,birer Osman olarak Şeyh Edebalinin şu sözlerini de dinleyebiliriz;


"yalnızlık korkanadır.toprağın ekim zamanını bilen çiftçi,başkasına danışmaz.yalnız başına kalsa da!yeter ki toprağın tavda olduğunu bilebilsin.Sevgi davanın esası olmalıdır.sevmek ise sessizliktedir.bağırarak sevilmez.görülerek de sevilmez!..geçmişini bilmeyen,geleceğini de bilemez.


Osman!Geçmişini iyi bil ki geleceğine sağlam basasın.



nereden geldiğini unutma ki,nereye gideceğini unutmayasın...''







Cuma, Kasım 06, 2009

düşünmek taraf olmak demek,öyleyse onlar hangi taraftalar?siz hangi taraftasınız,ben hangi taraftayım?


birilerinin doğru söylemesi,birşeylere körü körüne bağlı kalmadan doğru söylemesi ne yazıktır ki biz insanoğluna itici geliyor.hele de bu doğru söyleyen Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerindeyse ve bazı düzensizlikleri yerip,onları sağlıklı bir devletten,gelecekten uzaklaştırmaya çalışıyorsa ...




bu topraklar üzerinde yıllar süren konular,yıllardır süren düzenler vardır.bu durumlar çerçevesinde her insanın da düşüncelerinin yoğrulduğu bir taraf vardır.herkes kendi tarafını seçer ve o tarafta saf tutmaya başlar.başlar belki ama tarafın başındaki lider ne derse he der,farklı düşünse dahi he der.ne de olsa o büyük baştır.ondan doğru kim bilebilir ki.öyle değil mi ya.


3 senedir siyasi bir düşüncenin gençlik kollarına girmek istiyordum.ama şöyle fikirlerimi savunabileceğim,doğru yoldan ilerleyebileceğim,eşitlikten,adaletten yana olup,öyle keskin taraflar çizmeyeceğim bir düşünce sisteminin içinde savrulup,beyin fırtınaları koparmak istemiştim.hangi kapıya bakarsam bakayım görüyordum ki liderin sözüne haşa tapılıyordu,at gözlükleri takılıyordu.siyaseti de farklı amaçlar için kullanıyorlardı kimileriyse.kimileriyse sokak sokak eylemlere karışıp,seslerinin hiçbir etkisinin olmadığını,sorularının cevaplarının polis copu olduğunu bile bile -ki kesinlikle eylemleri yanlış buluyorum,varsa da düzgün bir icraat bence öyle yapılmaz-bu duruma devam ediyorlardı.pekçoğu da gençliklerini çürüttürüyor,kullandırtıyordu diyelim.yani benim aradığım farklı düşüncelerin çarpışmasıyla ve dozunda hoşgörüyle ortaya çıkan genç düşüncelerden emare yoktu bu topluluklarda.çaresiz büyümeyi beklemeye karar verdim.şöyle 18ime gelmeliydim bi defa.


düşündüm durdum,hem sesli hem sessiz.ansızın annem duydu beni."yok öyle hayalini kurduğun bir yer"dedi.zaten hep karşıydı benim siyasi ateşime.korkuyordu,haklıydı.kendisi de gençliğinde girmiş,görmüş ama evlendiği için devam ettirememiş etkinliğini.pişman mı bilemem ama benim dünyanın en doğru düşünen adamı olsam bile düşüncelerimin farklı yönlere çekilip,yargısız infaz yapılabileceğinden korkuyordu.


anneme isyan edebilecek konumda değildim.haklıydı.benim düşüncemse "hep böyle elimiz kolumuz bağlı oturmalı mıydık?"tı.ama annem de haklıydı.


doğru söyleyenlere baktım tarih boyu.


onlardan genelleme dahi oluşturabilirdik.bir kısmı trafik kazası geçirmiş mesela.anımsıyorsunuzdur.


bir kısmı yaptıkları mesleklerden,icraatlarından uzaklaştırılmışlar.aklınızdaki isimleri satırlara yazdım kabul ediyorum.


bir kısmı da savcılığın soruşturmalarından yahut davalardan kaçamaz olmuş yazdığı yazılar yüzünden.he,aklımdaydı üst satırlarda,o kadar taraf deyince,düzenli olarak okuduğum yazarlardan biri de aklıma böylece gelivermişti.


Ahmet Altan...


bırakın birileri de konuşsun,bırakın birileri de düşüncelerini bağıra çağıra söyleyebilsin,bırakın birileri de yersin,birileri de barışçıl baksın dünyaya diyorum istemsizce bu ismi duyunca.


ne ondan Ahmet Altan ne de bundan.hiçbirimizin tarafında değil.kendi tarafında.hasret kaldığım düşüncelerden biridir kendileri.nitekim kendisi özgürlük ödülünü alabilmiş biri.doğru söyleyip,her seferinde her köşe yazısından ve düşünceden kovulmaya alışmış biri.


diyeceksiniz seninki de körü körüne bağlanmak değil midir?elbette değildir.ben sadece Ahmet Altan okumam.tüm gazetelerin köşe yazarlarını okurum.içlerinde Ahmet ALtan kadar desteklediğim de var,onu desteklediğimden daha fazlası da var,daha azı da.Ahmet Altanı okurken de,kendimce eleştiririm yapılması gerektiği gibi.olumlu yahut olumsuz.


eğer siz günde sadece kendi tarafınızın gazetesini okuyorsanız körü körüne bağlısınızdır.simgeleştirilmiş bir biçimde,hatta pek zaman putlaştırarak gazetenizin ismini gösterecek şekilde bakın ben ne okuyorum diye gösteriş yapmak niyetiyle çantanızdan gazetenizin ucunu çıkartıyorsanız,evet siz at gözlüklüsünüzdür.


düşünüp durmaya devam edeceğim.at gözlüklüler ne tarafta,doğru söyleyenler ne tarafta?diye.bir de ben ne taraftayım diyeceğim sanırsam.

düşünüp durmaya devam edeceğim.bakalım nereye kadar gidebileceğim...