Cumartesi, Aralık 26, 2009

12 eylül cuntası değil yönetimiymiş!


geçen günlerde bir sabah babamın ricasıyla bayiiden bir gazete almış,ofise götürmek üzere yürüyordum.tabii her Türk gibi ben de elime gazeteyi alır almaz gözlerimi adeta gazeteye kilitlerdim.yine öyle oldu.
evvela başlıkları şöyle bir gözden geçireyim dedim bir de ne göreyim.İstanbul Barosu yine darbe taraftarlığından manşet olmuş!


aslında şaşırmamam gerekiyordu bunca olan bitene.sinirlenmemem gerekiyordu.bunlar,İstanbul Barosunun özellikle de Baro Başkanı Muhammer Aydın'ın gündelik yaşamındaki olsası halleriydi.nitekim "eşitlik eşit insanlar arasında olur."sözünü henüz unutmamıştım.


bu sefer de İstanbul Barosu dergisinde "12 Eylül Cuntası " yerine "12 Eylül yönetimi" ifadesini kullanmışlar.


önce matbaa hatası demişler.pek de inanmadık ya.iyi ki de inanmamışız.çünkü;


dergide sembolik olarak :"dergide yayınlanan tüm yazılarda 12 Eylül cuntası tarafından kapatılan Türk Dil Kurumunun yayımlanmaktadır." ifadesine yer vermişler.peki,kabul.


öyleyse TDK'ya göre cunta;bir ülkede yönetime el koyanların oluşturduğu kurul anlamına gelir.yönetimse yönetme,çekip çevirme,idare etme anlamlarını taşır.yani bu durumda da İstanbul Barosu darbecilere desteğini esirgememekte.


yani pekçok manşette yer alan "pankartın hakkını verdi."cümlesi doğru oluyor.


bir de bunlar hukukçuyuz diye geçiniyorlar.yazık!


keşke biran evvel büyüyebilsem,keşke bu durum karşısında birşeyler yapabilsem.


gerçi;


okullardan henüz geçen nisan ayında kenan evren isminin kaldırıldığı,darbecilere yargılansınlar diye iddianame hazırlayan savcıların meslekten ihrac edildiği(sayın savcımız Sacit Kayasu beyefendi*) bir ülkede bunları garipsememek gerek.


ama alıştık diye de adalet kavramını değiştiremeyiz ya!siz de değiştiremezsiniz sevgili(!) İstanbul Barosu,siz de değiştiremezsiniz!

Cuma, Aralık 25, 2009

önyargılar fuarında...




Karşı binadaki pencerelerden bakanlara duyulan önyargı,insanlığın doğası gereği duyulan önyargılardan daha başka roller oluşturmaya başladı.hatırlarsınız bir zamanlar araya çekilen keskin çizgiler, canlara,mallara,medeniyetin gerilemesine,gelişimin durmasına ve duygusal yıpranmalara mal olmuştu.yine bu çizgilere yönelmek isteyenlere keskin ve değiştirilemez kıldığımız düşüncelerimizle destek veren bizler,bilmez miyiz ki bu psikolojik kalıplar üzerimizde ölü bir kabuk oluşturmaktadır.




maddelerle paylaşıp,taraflarımıza yazılan düşünceler,empatisiz ve hoşgörüsüz adaletten yoksun mahkemelerimizde yargılanırken,semt semt ayrılmış fikir sahipleri,bu halleriyle gurur duyar hale gelmişlerdir.




ayrıca sığ düşünceleriyle kendilerini yenileme ihtiyacı duymayan bencil fikir sahipleri,yandaşlık oluşturarak da genç bir çağa engel oluşturmuş,pencerelerideki renkleri bir hamlede silmişlerdir.




günümüzde artık sık duyduğumuz yandaş medya,yandaş birey,yandaş kuruluş gibi terimler, toplum ruhunda da yüksek derecede ayrımcılığa yol açmıştır.




halbuki Osmanlı gibi sosyopolitik yapısı çeşitliliklerle oluşmuş bir imparatorluğun torunları olduğumuz bilinmektedir.




peki,öyleyse farklılıkların uzlaşarak meydana geldiği bir medeniyete karşı oluşumuz nedendir?

Çarşamba, Aralık 23, 2009

sahaftaki Servet-i Fünun...












geçen gün sahafların içinde kaybolup,eskilerde yol alırken;birden bire onunla karşılaştım.şöyle diğerlerinden daha yaşlı olmasının verdiği ağırlığıyla ve bilgiçliğiyle salınıyordu bir dolu kitabın üzerinde.sahibine incelemek istedğimi söyledim.o da sevinmiş,eskilerin rüzgarıyla içiçe olmasının verdiği sahaflık edasıyla "Servet-i Fünun..." demişti.


gülümsedim ve başımı salladım."seç içinden birini." "iyi ama hangi birini?hepsi güzel.neyse yazısı bol olanından olsun."




o kadar heyecanlandım ki,elime onu ilk aldığım andan itibaren gözlerimi ondan ayıramadım.aynı zamanda, yürürken insanlara çarpmamaya çalıştım,çabaladım ve evime vardım.




Osmanlıca okumak,tarihti sanki.bana kalırsa kendi kültürümüzü daha iyi öğrenmenin yoluydu.nitekim yazılı edebiyatı,tarihi ve kültürü; osmanlıca yazılmış mezar taşları,kitaplar,mektuplar sağlardı.




zor birşey yok,sadece harfleri farklı.yine bizim kelimelerimiz,yine bizim cümlelerimiz mevcut içinde.


ben 12 yaşımda başlamıştım okumaya.ve o vakittir hep sevmişimdir osmanlıcayı.bir de edebiyatı,tarihi çok sevince elimdeki Servet-i Fünun dergisi beni daha çok heyecanlandırıyordu osmanlıca okumak.




masama bir beyaz kağıt koydum,yanına da kalemi.eski olduğundan ,tahrip olmaması için şeffaf bir kap içinde duran Servet-i Fünunu da önüme alıp,harfleri -ki mantık yürütmeniz gerek,hayal gücü gerek osmanlıca için-birbiri ardına açmaya başladım;




"19 Ağustos,sene 1313,Ahmed İhsan,aded 833,no;338"




(bu kısmının fransızcası da mevcut tabii;Servet-i-Funoun;journal ıllustre Turc paraıssant le jeudı...78,Grand'rue de la Sublime Porte,redacteur en chef;Ahmed IHSAN)




"bugün yine kalıba almayan..."




"cenab,tensik vermeye,asar ve avam biaz olan ve eyen bir tebaya mahsur..."




ve tanıdık bir başlık;




"hac yolunda"




"on birinci mektup;kahireden;




sabahleyin güneş henüz doğarken,ufuk daha maviyken..."




ve Cenap Şahabettin derginin başında kullanılmış ve kurucuların ilke edindiği ağır dilin yanısıra,sade bir dil kullanarak,siyah beyaz resimlerle de süsleyerek, gezi yazısını yazıyor.ve yolculuk esnasında merkeplerin,kahirede nasıl kullanıldığından bahsediyor.ve yolculuktaki yollardan;




"süren yol birdenbire döner..."




derginin sonundaysa sayfa ve sayı numaraları,eserler ve yazarları verilmiş.




açıkcası çok sevdiğim ve gitmekden büyük zevk aldığım Süleymaniye Kütüphanesindeki sükunet ve hoşlukta okunan matbular,eski kitaplar ve bilgisayar destekli araştırmaların daha genç ve ufak bir parçasıydı odamda okunan Servet-i Fünun.zannediyorum bu şevkle gidip tarih öğretmenlerimin tavsiyesi olan,yerebatan sarnıcının arka sokağındaki Osmanlı Arşivine de üye olacağım ve bu sayede daha geniş çaplı hareket edebileceğim diye düşünüyorum.ve herkese,eskiyi,tarihini bilmek isteyen herkese özellikle de tarihini bilmekten çekinen genç arkadaşlarıma tavsiye ediyorum.nitekim;




eskilerden güzel ne var ki...























küçük bir hatırlatma;




Servet-i Fünun;(edebiyat-ı cedide), ikinci Abdülhamit döneminde batı etkisindeki sanatçıların kurduğu bir dergidir.1896 dan 16 ekim 1901'e kadar etkili olan bu edebiyat,fransızcadan çevrilmiş;" edebiyat ve hukuk" başlıklı makale üzerine kapatılmıştır.
dergi,bilim dergisi olarak Recaizade Mahmut Ekrem'in Mekteb-i Mülkiyeden öğrencisi Ahmed İhsan Tokgöz tarafından çıkarılmaya başlanır.daha sonra Recaizade Mahmut Ekrem Ahmed İhsanla anlaşır ve dergi edebiyat dergisi olur.Galatasaraylı Tevfik Fikret de kısm-i edebi der muharirliğine getirilir.dergi Muallim Naciyle girilen "göz için kafiye mi kulak için mi?" tartışmasına tanık olur.ve bu anlayıştaki gençlerin biraraya gelmesiyle Servet-i Fünuncular oluşur.derginin kapanmasıyla Fecr-i Aticiler bu oluşumun devamını sağlarlar.




sanatçıları;




+Tevfik Fikret


+Cenap Şahabettin


+Halit Ziya Uşaklıgil


+Hüsayin Cahit Yalçın


+Hüseyin Rahmi Gürpınar


+Ahmet Rasim


+Mehmet Rauf 'tur.



Cuma, Aralık 18, 2009

genç toplumbilimcilere 37 ahlaki buyruk...


2-3 sene evvel tarih öğretmenim bana;"seni sosyolog yapalım." derdi ısrarla.o vakittir bu fikri severek yaşamıştım.kendi toplumunu,tarihini seven meraklı bir sosyolog,neden olmasın?derdim.hem toplumuma yardım etmek de büyük şiarım değil miydi?sonuçta bir de çokkültürlülük tanımının yapıldığı bir toplumda büyümüştüm.


ben bu çerçevede düşünürken,11 yaşımdan beri okuduğum bir dergi geldi aklıma;
"genç beyin"
bu dergi adından da anlaşıldığı üzre genç ve verimli beyinler hedefliyordu.bi nevi gelişimde rehber niteliğindeydi.konularsa dehalıktan tutun toplumda duruş,hitabet sanatı,beyingücü kullanımı,etkileyicilik ve pek çok başarı hikayelerine kadar varıyordu.yani ellerimdeki dolu dolu bir kişisel gelişim dergisiydi.tabii değindiği de yine benim alanımdı;toplumbilimcilik...


derginin bir de öğrenciler için olanı vardı.onunla karşılaşmamsa bir yaz tatil için gittiğim egede gerçekleşti.kitapçıların bulunduğu sokaktan bol bol kitap almıştık.yanlarında da bi dolu dergi vermişlerdi.günün belli saatlerinde denizi bile unutup bu dergilere dalardım.


tüm bunlardan sonra,geçenlerde bir kitaba rastladım;


"genç toplumbilimcilere 37 ahlaki buyruk..."


adı gayet çekiciydi.Gary t.Marx isimli bir yazarın manifesto niteliğindeki çalışmasıymış.acaba bizim dergiye fikir veren bu amcamı diye düşünmedim değil.çünkü fikirleri gerçekten de pareleldi.neyse,biraz da kitabın içeriğinden bahsedeyim;


popüler kültür,toplumsal araştırma yapanlar için önemli bir alandır.ve pek zaman toplumbilimciler medyanın görmedilerini de araştırmak isterler.bu 37 buyruk da işte tam burada devreye giriyor.karmaşık ve hızla değişen dünyada kişisel ve profesyonel konuların ne kadar önemli olduğunu farkediyorsunuz.modernleşmeye bağlı araştırma ruhunun önemini ve iyi bir toplum için ilkeli çalışmanın önemini vurguluyor yazar.bilgi ve bilgeliğin toplumsal araştırmalarla olabileceğinin altını çiziyor.


hemen her başlığın ayrıntılarının bulunduğu başlıklardan bazılarıysa şöyle;


+eleştirel düşünme,gözlemleme ve değerlendirme alışkanlıkları geliştirin


+açık,mantıklı ve vurucu bir biçimde yazın.


+her yere,her zaman,her şeye yazın.


+yeni bir tartışma açın.(tekrarcı olmayın.)


+kitapları okumakla kalmayın,kitap yazın.


+etkileyici konuşmayı öğrenin.


+kestirmeden gidin.


+disipline odaklanın,sorunlarla uğraşın ve disiplinlerarası çalışın.


+cesur olun,riske girmekten korkmayın.


+sınırları genişletin.


+yaşam da,toplumbilim de tamamlanmamış işlerle,tamamlanmamış süreçlerdir.


+gerçek ve sanal topluluklar kurun.


+ustalara ve kendinize örnek alacağınız kişiler kadar,beğenmediğiniz kişilere de dikkatlice bakın.


+sizden daha bilgili ve başarılı kişileri arayıp bulun.


+zafer ve felaketle tanışmayı ve bu iki sahtekara aynı şekilde davranmayı öğrenin.


+bencil olmayın,zamanınızı ve düşüncelerinizi başkalarıyla paylaşın.


+olduğu gibi anlatın.gücü olanlara da diğerlerine de gerçeği söyleyin.


+bilginin toplumbilimine inanın ve onun gücünü kullanın.


+araştırmacı ve fundamentalit arasındaki farkı bilin.


+bir grubu araştırmak için ona ait olmanız gerektiğini ve insanlarınz ait olduğu grupları araştırmalarının şart olduğunu ileri süren dışlayıcı anlayıştan uzak durun.


+düşüncepolisliği yapın.


+eğlenin,yaptığınz işin keyfini çıkarın.


+nüktedan olun.


+sözünüzün eri olun!ilkelerin de düşüncelerin de önemli olduğunu ve insanın farklılıklar yaratabileceğini bilin.bilginin cehaletten iyi olduğuna,bilginin mümkün olduğuna,insanlığa ve toplumsal koşullar dair görgülü ve bilimsel bilginin bu koşulları değiştirebileceğine inanın.




Salı, Aralık 15, 2009

çocuk istismarı!*



gündemini sigaranın zararları,hasankeyfin yok oluşu gibi önemli konulara ayırmaktan çekinmeyen Okan Bayülgen,geçen akşamlarda Muhabbet Kralı adlı programını da "çocuk istismarı" konusuna ayırmıştı.uzman konuklarıyla beraber tartıştığı bu konu,aileleri büyük ölçüde ilgilendirecek cinsten.zira son 1 ayda polise 350 çocuk istismarı için başvuru yapılmış.bu oldukça büyük bir rakam.




öyleyse çocuk istismarı için biraz bilgi verelim;




Dünya Sağlık Örgütü;"çocuğun sağlığını,fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz etkileyen,bir yetişkin,toplum yada devlet tarafından bilerek veya bilmeyerek tüm davranışlar kötü muameledir." demiştir.2 Eylül 1990 ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ'ne göre de 18 yaşın altındaki herkes çocuktur.




çocuk istismarına maruz kalan çocukların yaş dağılımı;




%30'u 2-5 yaş arası


%40'ı 6-10 yaşa arası


%30'u 11-17 yaş arası,




Bu tabloya göre istismara maruz kalanların %70'ini küçüklerin oluşturduğunu görüyoruz.yabancı ülkelerde,özellikle amerika ve avrupada kız ve erkek oranları birbirine yakınken,Türkiye'de kızların ortalamanın üzerinde olduğunu de tespit ediyoruz.




ahlaki değerlerin çökmesiyle beraber Türkiye'deki oranların da Avrupaya yaklaştığına vakıf olmaktayız.




ayrıca istismarcıların %90'ı erkekken,%86sının da çocukların tanıdığı birisi olmaktadır.işte bu durum daha da dehşet verici.




Ülkemizdeki bu istismar üzerine oluşan kanıysa,istismara sadece kızların uğrayabileceğidir.oysa bu kanı yanlıştır.özellikle son zamanlarda erkek çocuk istismarı hızla artmaktadır.




eskiden bu durumun vahim durumda olmayışı,Türk kültüründeki koruyuculuğun sayesindedir.Türk ailesinin özellikle kız çocukları üzerinde uyguladığı dışarıdan zarar gelmeye önlem amaçlı koruyuculuk,önlemde aktif rol oynamıştır.




tabii günümüzdeki rahatlığı düşünürsek istismarın neden %53'e çıktığını da gayet rahat tanımlarız.




bahsettiğimiz büyük oranda görülmüş olan cinsel istismarın yanısıra, duygusal istismar,fiziksel istismar ve bilerek zara verme de büyük suç teşkil eder.




çocuklar kendilerine inanılmayacağına inandıkları için bu durumu söylemekten çekinirler.ve özellikle ailede büyük problemler varsa itirafları daha da zor olmaktadır.




çocuk istismarını önlemek için lütfen çocuklarımıza kendilerini rahat hissedebilecekleri gibi davranalım ve onları belli ortamlara bırakırken o kadar da rahat davranmayalım.sonuçta bu durumun psikoloji üzerindeki etkileri yıllarca devam edebilmektedir.öyle ki bu çocuklar geleceğimizin ışıklarıdırlar.lütfen bu konuda bilinçlenelim ve bilinçlendirelim.




ayrıca Okan Bayülgen'e bu hassasiyetinden dolayı teşekkür etmek gerek...


















Cuma, Aralık 11, 2009

!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!*



çok net hatırladıklarım;



."bana oğlumu geri ver Gabar dağları" şehit annesi 2007-2008 kış dönemi





.e-haber sitelerinden bir haber; dün verilen 7 şehit için yapılan törende Şehit ailesinden annenin ayağındaki naylon ayakkabılar dikkat çekti.öyle ki bu soğuk havada aile bireylerinin üzerlerindeki kıyafetlerin ince olmasının görülmesi de içler acısıydı. aralık 2009

fazla söze gerek yok.böylece sürüp giden bu bilgileri her türlü hoşgörüye ve barışa, birileri tarafından kışkırtılarak ve birilerine kızarak öclerini anadolunun masum ve temiz insanlarından alanlara,ve halen daha da bu sığlıklarını bırakmayı düşünmeyen vicdansızlara haykırmak isterim.!

keşke yargı bunları yapanlara ve başlarına bu kadar merhametli davranmasa.hangi dünya ülkesinde terörü destekleyen bir kişi bir adada isteği doğrultusunda yaşamıştır ki!

başımızdakilerin venezuela başkanı hugo chavez gibi bağımsız hareket edebilmeri, ve darbeciler gibi zararlı kesimlere de onun gibi rest çekebilmeleri dileğiyle...



Pazar, Aralık 06, 2009

kelile ve dimne Topkapı sarayına giderse...


2 Aralıktan beri Topkapı sarayının ihtişamlı telaşına bir telaş daha katıldığını öğrenmiştim "billboard"larda.onbin yıllık İran medeniyetiyle ikibin yıllık ortak miraslarımız sergileniyormuş.e madem öğrendik,gidip bu telaşa karışmamak olmaz diye düşündüm.ve kendimi cumartesi günü Topkapı sarayında buldum.



önce hep yaptığım gibi eminönünden tarih koklayarak gülhaneye dek yürüdüm.sonra evvelkiler gibi saraya girip Osmanlıyı karış karış dinledim.avluda hala yankılanan sesleriyle dinlendim.kaç kez gezsem de sıkılmadığım bu sarayda tekrar kendimi buldum.Sarayın başkanlığını yürüten ve müdür prof.dr.İlber Ortaylı'yı yine görmek istedim.odasının önünde dolandım.fakat cumartesi olması hasebiyle bulamadım.ve en son bana yardımcı olmaya çalışan rehber görevini üstlenmiş amcaların dediğini yaptım.sağdan kıvrılan yoldan devam ettim.şöyle ara bir yoldan yürüdüm ve sergi salonuna ulaştım.(daha sonradan tahsis edilmiş arkeoloji müzesine)daha doğrusu ulaştık.



camekanlardaki sergi evvel toprakla yapılmış sanatlarla başlıyordu.tabii burada m.ö.ki tarihlerden bahsediyoruz.herşey zaman sıralı olduğundan sergi bir sonraki aşamasında demiri işlemiş devletlerden devam ediyor.


ve selçuklu dönemine geldiğimizde el yazması matbular karşılıyor bizi.içerisindeki minyatürlere hayran bakakalıyoruz.numaralandırılmış bir metin dikkatimizi çekiyor.hemen karşılığını bulup okuyoruz;Kelile ve Dimne.


hani şu Beydebanın yazdığı,fablın ilk ve önemli örneklerinden kabul edilen,siyasetten erdeme farklı hikayeler barındıran eser.m.ö. 1.yüzyıl.


anımsıyorum;kitap adını ilk bölümdeki hikaye kahramanı çakallardan almıştı.biri doğruluğu temsil ederken diğeri yanlışı simgeliyordu.


böyle matbular ve kitaplar birbiri ardınca sıralanmış diğer görülmesi gereken eşyaların yanına.biraz daha farklı konulara giren sergi -para mektup vs.- devamındaysa nizam-ı hüsrev(ferhat ile şirin) ile nizam-ı kays(leyli u mecnun)'ı barındırıyor.bir de yusuf ile züleyha'yı.hepsi birbirinden ilgi çekici.an geliyor kendinizi Süleymaniye Külliyesinin Kütüphanesindeki el yazması Osmanlıya ait kitapların dedeleriyle karşılaşmış gibi hissediyorsunuz.


burdaki havayı teneffüs etmek bile çok güzel.serginin sonunda kumaşlara,el dokumalarına hayranlık beslerken,İran medeniyetinin yansımalarını barındıran,üzerinde çeşitli figürlere yer verilmiş muhteşem kapı da sizleri selamlıyor.


5 Şubat 2010'a kadar hala şansınız var.şiddetle tavsiye ediyorum...
tabii bir de cumartesi giderseniz 15.00-16.00 saatleri arası gösteri yapan mehteran takımını kaçırmayın derim.

Salı, Aralık 01, 2009

kalıplar fuarından...


kalıplar,basit fikirler ve simgesel tutuculuk...


günümüzde simalardan düşmeyen olgular bütünleri olmaya hak kazanmışlar.ne acı!




kendilerini doğru kabul edilen simgelerin ardına saklayarak dilediklerini yapabileceklerini zannedenler,çizilmiş çizgilerin dışındaki çizgilere ucube gözüyle bakıp,henüz onları yargılamadan silmeye cürret eden zihniyetler...




doğrucuları rüşvet almıyor diye yalancı kabul edenler...(selam verdüm rüşvet değildir deyi almadılar-Fuzuli-)


işte biz bu alayda yuvarlanıp giderken...




5 Mayıs 2008'den bu yana Youtube sitesine ulaşılamıyordu.aradan vakitler geçti ve insan hakları ihlali gerçekleştiği gerekçesiyle geçtiğimiz günlerde AHİM'e gidildi.nihayet!halbuki ulaşımda belli sınırlar konulabiliyormuş!bizimkiler ne yapsın "aman,hakaret"deyip boynunu koparıverdiler.sebep;3-5 insan elindeki kötü videoları sanal aleme sundu diye.peki denetleyemez miydiniz?kapatanların aklına şimdi mi geldi Youtube'la denetleme için anlaşma yapmak?bakın Facebook gibi video çöplükleri bile kendilerini denetleyebilmekteler.aslında daha görmek istemediğiniz,kötü ve zararlı olan siteleri neden engellemiyorsunuz da bunu görüyorsunuz?özgürlükler niçin kısıtlanıyor?


İnternet Teknolojileri derneği başkanına göreyse bu yasak, hukuksal süreçte insan hakları 10. maddesine ithafen ifade özgürlüğüne engel teşkil ediyor.gerçi ne kadar yasaklansa da pekçok insan youtube'a bazı yöntemlerle ulaşabiliyor.buna Başbakan dahil.




bu yasaklardan bahsederken ortaya büyük korkular,kalıplar,dar fikirler başlıklı eleştirel düşüncelerim geldi aklıma.




lisedeyken bir hocamdan gördüğüm davranışlar bütünüydü beni buna iten.edebiyat derslerinde aktardığı bilgileriyle büyülerdi beni.davranışlarıylaysa edebi temsil eden edebiyata uygun mu diye düşündürürdü.onu 15-16 yaşlarımda tanımıştım aslında.ama hareketli biri olduğumdan onun sadece bana "deli kız"demelerini duyabiliyordum.ve tarih hocalarımın başlarına musallat olmaktan,yazılar yazıp veya bulup fikir danışmaktan ona pek dikkat etmemiştim.bir sonraki senemde dersime gelmeye başlamıştı.kendisi muhafazakar olarak tanınıyormuş.benimle yaptığı sohbetlerdeyse özümü ve kültürümü koruma çabama bakarak nadir olduğumu ve ileride büyük bir ışık olabileceğimi söylerdi,tıpkı diğer hocalarım gibi.bana bu kadar inanç gösterirken...sene sonu gelmişti ve son sınavlara girmiştik.son sınıfları biraz serbest bırakırlar.çünkü onlar össlidir.bu esnadaki 17-18 yaşlarındaki erkek öğrencilere aşırı bir laubaliyet göstermesi şaşırtıcıydı.bu,nefretleri üzerine toplamasına neden oluyordu.ancak kendisinin son sınavında yine sevimli bulduğu erkek öğrencilere rahat davranıp kendisi gibi muhafazakar kimliği olduğunu öğrendiği erkek öğrencisini kopya teşebbüsünden dolayı dinsiz ilan etmesi trajikomikti.yine çok sevdiği beni,o sevimli bulduğu erkek öğrencileriyle yakın arkadaş olmam sebebiyle,bu öğrencilerin ders notum yüksek diye benden kopya almalarına başta rahat davranıp,sonra beni de düşüncelerime ters bir insan olmakla suçladı.büyükçe bir şaşkınlık yaşadıktan sonra düşüncelerimizle aleni oynamaya çalışan bu hocamızı anlayamadık.önce bugüne kadar kopya bile çekemeyen biri olarak-çünkü hem yeteneğim yoktu hem de itibar meselesi olarak hocalarımın bilgi ve ilgilerine hakaret addederdim- acaba bir edepsizlik mi ettim diye yanına gittim.bugüne kadar hiçbir hocamla aramda en ufak sürtüşme bile yaşamamıştım.insanları da kıramam hani.bana verdiği cevaplar beni şoke etti.bu sefer de "hakkımı helal eder miyim bilemiyorum" diyordu.


öyle hiç yalakalık yapamazdım.eğer insanları seviyorsam ve değerlerini hakediyorlarsa onlara güzel sözler sarfederdim.ne yani haksızlığa uğramışken,haksız dahi olsam böyle bir tavrı peşinde sürükleyene yalvar yakar mı olucaktım.tek dediğim eğitimci olmasına da saygımla şuydu;"siz bilirsiniz"diğer arkadaşımsa bana şunu demişti"hande boşver,onun istediği de bu.rahat davranıcaksın,bak bana"dedi.ben mi saftım,o mu haklıydı anlayamadım.çünkü kafam karışıktı.zaten yaş olarak da arkadaşımdan olmaması gereken kadar küçüktüm.böyle olunca arkadaşımın daha akıllıca düşünebileceğine inandım.ama ne rahat davrandım ne de hocama ısınabildim.


bu nasıl bir düşünceydi.bu nasıl bir yargıydı.ne kadar da taraflıydı.
aslında doğru olan söz şu olmalıydı;
"bu ne diyet,bu ne lahana turşusu!"


ah kalıplar.hep diyorum bari üniversitelere girişte kültürel sınama koyun.hele nesiller yetiştirecek öğretmenlere.onların bilgili,eğitimli ve engin düşüncelere sahip olmaları gerekir.ne olur bizi harcamayın.biz gençleri bu düşüncelerle köreltmeyin.ufkumuzu açın.ne olursunuz!


kalıpsız düşünen insanlarla kalıpsız günler dilerim...