Pazar, Ağustos 02, 2009

egede bir zaman...


asma yaprakları sallanıyor köy evinin bahçesine...bir branda gibi büyük gölgeler veriyor aşağıda oturanlara...



aşağıda oturanlar,anadolumdan birer parçalar.teyzemin çemberindeki oya kırmızı yanaklarıyla ahenk oluştururken,üzerine basmakta hiçbir sakınca görmediği ayakkabılarıyla eski sandalyesinde oturan amcam elindeki tütünüyle uzakları seyretmekte.bir kan bağım yok belki bu insanlarla ama onlara çok büyük bir sıcaklık hissedip,onlara sıkı bir bağla bağlandığım kesin.




burası her yaz istinasız uğradığım bir ege kasabası.burası akrabalarımın kasabanın bağlı olduğu şehrinde bulunduğu benim eşsiz memleketim.


ve uğradığım bu ev klasik bir ege evi.önünde bir bahçesi ve sokağında arnavut kaldırımları olan bu evde bugün misafirim.ve bu misafirperverliği bugün kocaman bulduğum hayranlıkla seyrediyorum.




şehir uzakta kalmış.ve ben şehirde büyümüş bir çocuk olsam da burada şehirde olduğum kadar mutluyum.




muhabbetimiz başlıyor bir hoşgeldiniz merasiminin ardında.o çiçek kokulu bahçede o kadar mutlu insanlarla sohbet ediyorum ki gülümsemekten yanaklarım sızlarmışcasına ağrıyor bir müddet geçtiğinde.




büyük zorluklar çektikleri yüzündeki derin çizgilerden belli bir amca-ki amca demek yanlış olur bir dedem- karşımdaki.saçlarının beyazlığını her yaz tarlada başında duran güneşin ışınlarından almış.benden Türk kahvesi istiyor bir ricayla,tebessüm ederek.mutlu oluyorum bu ricaya.pek bilmem kahve yapmayı,yani kasabadaki közde yapılan kahvelere pek benzemez.şehirdeki kahvelerde(yoksa cafe mi demeliyim!) ve evdeki ocaklarda yapılan tarzdan yapabildiklerim.ellerim titreye titreye yapıyorum kahveleri.ve şöyle desenli bir tepside sunuyorum.neyseki çok beğeniyor.aferini alıyorum.


çenem biraz düşüktür ya,sohbetimiz de buna bağlı olarak daha bir ballı devam ediyor.çok daha fazla seviyor beni,içtenlik bulduğunu belirtiyor,açıklığımı takdir ediyor.




öyle hikayeler dinliyorum ki ondan,bir kez daha tasdikliyorum çok akıllı olduğunu.gözlerim ışıldıyor zekasına,bir taraftan da ''anadolumun insanı işte be'' diyorum.




büyük dikkatle dinlememi istiyor benden kendisini.bir anlatımı var ki gözlerimi ayıramıyorum bu mükemmelliğe.el hareketleri,mimikleri ve yaşlı,masumiyet akan gözlerinin hakimiyeti büyülüyor adeta.elleri titriyor,heyecanlanıyor ama asla yılmıyor.




bu sırada ardı ardına önümüze serilen ikramların en tatlısıysa bisküvinin arasına sıkıştırdığınız lokum oluyor.kıstırgeç de bu lezzetin adı burlarda.




yayılmışız bahçedeki masa ve sandalyeye...vakit nasıl da geçmiş anlamıyorum.şivelerin kulaklarımda melodileştiği bu bahçede artık ben de dayanamıyorum, İstanbul lehçemi elimde olmadan atıveriyorum bir köşeye.böyle konuşmam onların da hoşuna gidiyor benim de.




rahat bir hava var burda.iki anlamda da söylüyorum.


az sonra yüksek sesle biri sesleniyor bahçeye,okusu varmış.oku ne mi?düğün daveti,düğün...hani şu zeybek,harmandalı oynanan,yemekleri,keşkeği ve helvalarıyla gelenlerini ağırlayan düğünler var ya işte onların habercisiydi bu süslü kağıtla yanında verilen işlemeli havlu...




hava serinlemiş tahta merdivenlerden sekerek içeriye geçiyoruz.sedire benzeyen koltukların üzeri kilime benzeyen bir şeyle örtülmüş.yerlerde rengarenk halılar,kilimler var.evet,-ler,lar ekini kullandım,çünkü küçük küçük ve çoklar.


eski evler tabii,içerisi de hayli serin hani.titriyorum hafifçe.naftalin kokulu bir ceket veriyorlar üzerime.neyseki birazdan içerisi kalabalıklaşıyor,sıcaklık heryanımı sarıyor.ev sahiplerinin çocukları,torunları geliyorlar birbir.


bergamut kokulu çaylarımızı yudumlarken,kahkahalarımız sessiz kasaba sokaklarında yankılanıyor.


günlerden cumaydı o gün.lokmalar da günün peşisıra geliyor önümüze.nazarın değmesini istemediğimiz tadımıza tat katıyor şerbetiyle.


yazdayız,ama ben bir bahar havası yaşıyorum şimdi içimizde.özümle,kendimden insanlarla birarada olmanın zevkini yaşıyorum bu bol yıldızlı gecede.

zeytinyağının zerafetinin insanların ahlakına yansıdığı kasabanın bu evinde birazdan yaşlı bir nine beliriyor,eli belinde.dastarının(çemberinin) içinden beline dek süzülen örülmüş kına kızılı saçları,çiçekli şalvarı,üçeteği ve beline bağladığı kuşağıyla tam bir anadolu kadını.85 rakamını veremeyeceğiniz dinçlikte bir nine.içimize katılıveriyor ama kendine farkettirerek.


burdaki insanların mutluluklarına çok değindim.her türlü zorluğa karşın mutlular.ve onları sempatik kılan da bu.çok yaşamalarını sağlayan da.


gecenin bitimine doğru meyve servisi başlıyor.ak ak incirler.içinden bal damlıyor,ağzımızdan damlayanlara özenip...


gitme vakti.bayram dönüşlerindeki gibi bir hüzün birden sarıveriyor beni.sıcak insanların sıcak kasabalarını terketmek,bir dahaki seferi beklemek beni yoruyor,üzüyor.


gözleri hilal olmuş bu insanlarla tek tek vedalaşıyorum.onlara sıkı sıkı sarılıyorum.bırakmak istemiyormuşcasına.


gözümün önünden geçiyor burada yaşadıklarım;köy kahvesi,köy bakkalı,yemyeşil yayla,buz gibi akan dere,sokaklarda ellerim cebimde yürürken karşılaştığım o güler yüzler,konuşkan insanlar,çeşmelerinden akan suyu doldurup içtiğim toprak bir bardak,Osmanlı sancağını taşıyan bir tarihi camii,içlerinden hazineler çıkan,eski kalıntılar bulunan rengarenk tarlalar,meyve ağaçları,meyve kasaları...


sonra ellerimi sallıyorum gülegüle sesleriyle bindiğim otomobilin penceresinden,iyi dileklerimi sunuyorum anadolumun insanlarına...


onlar da arkamızdan döktükleri sularla karşılık veriyorlar bu dileklere...



dönüşte nasıl layık bir anadolu çocuğu olabilirim sorusunu cevaplamaya çalışırken,mola yerlerinde tepeden akan suyun serinliğini duyuyorum birden.ve yol kenarlarında sizi evine çay içmeye davet edicek bir hemşeri sevdasında ve içtenliğinde olan incir satıcılarının yüzündeki masum ifadeyi hatırlıyorum.ege kokusu alıyorum esen rüzgardan.


ve burlara ait olduğum için bir kez daha kendimi çok şanslı hissederek önümdeki kilometreleri çalan egemin türküleriyle,gözlerimi dışarıdaki güzelliğe doğru süzerek sayıyorum...