Cuma, Ocak 29, 2010

Teoman'nın aklı bu gençleri almıyor...bizim de...

Teoman NTV'de konuk bulunduğu programda Elif Şafak'ın "gençlerden umutluyum" sözleri üzerine "Kenan Evren'i alkışlıyorlar." diye tepki gösterdi.ve devam etti;"o salaklar alkışladı o herifi, hala aklım almıyor."
Abbas Güçlü'nün Muğla üniversitesinde yaptığı programda konuk Kenan Evren'in "idam cezalarını imzalarken elim titremedi,12 eylül darbesini bugün olsa yine yaparım" demiş ve gençlerden alkış almıştı.
ne yalan söyleyelim Teoman,bizim de aklımız almıyor,alamıyor bu gençleri.dur bakalım 12 eylül ne biliyorlar mıydı o gençler.benim tanıdıklarım bilmiyorlar da.
belki de bizim yakınlarda oturuyor,hemşeri bildik diye alkışlayalım deyivermişlerdir kimbilir!


sanatçıların böyle olaylara tepki göstermesi harikulade.öyle ki son vakitlerde bu türden birçok tepkiyle karşılaşıyorum.çok şükür...

Adanalıların müstakbel belediye başkanları Aytaç Durak'ın sözleri geldi aklıma;"bu caddenin isminin Kenan Evren olmasını ben talep ettim."nispet yaparmış gibi.

batıdan Kenan Evren isimlerini okullardan silmeye çalışsınlar,güneyden gözümüze sokmaya çabalasınlar.ne ala!

ne diyelim yakında utanmazlar,bu gençler de Kenan Evrenin yaşına başına bakmadan,adamı da tanımadan "ne güzel de posta koyuyor" tadında düşünerek tekrar cumhurbaşkanı yapabilirler.

bu cahil gençlerden herşey beklenir.

hem belki hazır ortada bol darbe planları da var diye seçerler birini uygularlar Kenan Evrenle birlikte.Allah korusun!!!

Çarşamba, Ocak 27, 2010

Pazar, Ocak 17, 2010

kültür başkentinin ilk gecesinde...


16 Ocak Cumartesi adlı soğuk bir günde, İstanbul'umuzun avrupa kültür başkenti olmasını kutladık.ne mutlu 2010'a...

büyük bir şölen de yakışırdı doğrusu coşkulu İstanbul'umuza...kelimelerle tarifi mümkün bile olmayan bu büyülü şehre...


ancak;




bu kutlamaların organizasyonlarında gözardı edilmiş büyük problemler vardı,fark etmek istemediğimiz.kutlamaları seyrederken bir an şaşırdım;2.bir yılbaşı etkinlikleriyle karşılaşmış gibi hissettim kendimi.İstanbul'u tarif bile etmeyen 7 tepe 7 etkinlik projesi ne yazıktır ki berbat bir görüntü içeriyordu.






Sultanahmetteki mehtaran marşı,İstanbul'u tam anlamıyla anlatıp,insanda büyük şevk uyandırırken,kadıköydeki bir türlü akıl sır erdiremediğimiz,annemin ortadoğu geleneklerine benzettiği balonlarla bezenmiş,İstanbul'un yanından bile geçemeyecek absürd etkinlikleri açıkçası beni utandırdı.1 sene boyunca bu lakabı taşıyacakdık ve o gece bunun "start"ını verecektik ve İstanbulla ilgilenmeyecektik bile.ayıp doğrusu.






gelelim haliçteki gösterilere;orda resmi bir protokol bulunduğundan ortama güzel bir sinerji sağlamışlar.gösteriyerde motifler kullanmışlar,anlamlıydı.fakat geri kalan etkinliklerdeki verilen konserleri hala anlamadım;ne alakası vadı İstanbulla ne alakası vardı...






İstanbulu anlatabilecek bir dolu etkinlik varken,ve göğsümüzü kabartarak tanıtabileceğimiz bir dolu yer ve materyal varken böyle basit ekinliklerin olması,organizasyonları yapanların ne derece sınıfta kaldıklarının ispatıydı.






daha kültür kelimesini (tarihimiz ve İstanbulumuz bakımında demiyorum) kaldırabileceğimize bile şüpheyle bakarken...






o akşam tesadüf odur ki Okan Bayülgenin disko kralına izleyici olarak gitmiştik,benim bayülgeni görme ısrarlarım üzerine.o da benimle aynı yorumda bulundu:"kültür başkentine tarkan'ın şıkıdımlarıyla ve taksim facialarıyla giriş yaptık.e bizim İstanbul'daki, kültür başkentindeki insanlarımızı da görüyorsunuz(garip videoları göstererek)e olacağı budur.kültür buymuş!"
espritüelce yaklaşılmış ve gülerek yapılmış bu yorumu metin uca destekledi.



ayıp kavramlarını her geçen gün artırmaya çalışarak edepli insan yetiştirme yolundaki ,korunmuş özlere ve kültürlere hayran avrupaya ters orantılı davranmaya çalışan bizler,kültürlü tanımına dahi yakışmazken;kültür tabirine layık olabilecek olan en değerli şehir İstanbul'umuzda yaşarken acaba kendimizden hiç utanmıyor muyuz?

Salı, Ocak 12, 2010

mazhar olmak...m.alanson'dan...




evet,bu Mashar Alanson'un şarkı sözlerini nasıl yazdığını,şarkıların geliş hikayelerini,yaşadıklarını,yaptığı resimleri ve fotoğraflarını paylaştığı kitabı.
MFÖ hakkında fanatik biri olduğumdan,sadece Mazhar Alanson'un sesinden müzik dinlesem,başka müzik dinlemesem sıkılmayacak biriyim.
e,kitabın içinde de bizlere kendi saf sesinden,şarkılarını ilk çaldığı hallerini CD'de sunmuş.tam benlik yani.hani biraz da otobiyografik şeyleri severim.Mazhar Alanson'un da bu kitabı yeterince eğlenceli ve mazhar olma yönünde aşılan kademeleri anlatan samimi yazılar bütünü,süper,rengarenk bir otobiyografi.
tabii bu kitaba ulaşmak pek kolay olmadı.o gün gittiğim Taksim'de İstiklal Caddesi'nde sormadığım,aramadığım kitapevi kalmadı."acayip satıyor..." diyorlar bana."dün hepsi bitti."ben de :"hep Okan Bayülgen'in yüzünden,şarkıları bir dinletti,herkes aldı bana kalmadı işte" dedim hep.gülüyorlar bana.dönüş yolunda Altunizade'ye uğradım ve nihayet 2 kitapçıdan sonra kalan son 1 taneyi ben aldım.zafer!...
çok keyifli bir kitap.hele müziği seven biriyseniz,bir de gitar çalan bir gençseniz tam size göre.çünkü meraklısına kitabın içeriğinde notalar ve akorlar var şarkıların.açıkçası eve gittiğimde kendimi şarkıları dinlerken bir taraftan da kitabı okuyup,şarkıları çok muhterem Murat Çelik(düşsoksağı sakini) hocamın mütevaziliğiye öğrettiği gitarla çalmayı denerken buldum.
Mazhar abimizin sesi yeter diyorum ve şu an dahi onu dinliyorum.dinlendirici ve çılgın...yaklaşık 37 yıllık emekdar ve büyük yetenek,usta,gitarda ve sözlerinde üstad olan kendisi övüldüğünde utanan birisi.bu mütevaziliğine karşılık bir de kitapta hikayesi geçen bu sözü de eklemek istiyorum;
"öyle değil mi Alanson,bom bili bili bili bom"...
bir de en sevdiğim şarkısını CD'de sunduğu için teşekkürlerimi iletmek istiyorum;
"günler günlerin ardında
seni unutmak mecburiyetindeyim
seni sevmeler cumhuriyetinde
gözyaşların gözyaşlarımmm
kafiye olsun diye değil
özleye özleye
kavuştuk birbirimize
birbirmize vitaminler moraller verdik
içimizdeki şeytanlara zülfikarlarla saldırdık
gözyaşlarımızı bitti mi sandın?"

Vadi İsrail'i fena bozdu...


iki haftadır yeni bölümü yayınlanmayan Kurtlar Vadisi'ni açıkçası merakla beklerken,bir taraftan da bu aksamanın sebebini merak ederken bugün dışişleri bakanlığındaki "vadi" üzerine sinirlenen İsrail dışişleri bakanı yardımcısının büykelçimize yaptığı skandalla karşılaştık.


İsrail karşıtı düşünceleri ve ifadeleri protesto eden İsrail, büyükelçimizi kendisinden daha alçakta bir yere oturttu ve elini sıkmadı.sert tavırlar sergileyen Daniel Ayalon,gazetecilere de "dikkat edin o alçakta biz yüksekte

oturuyoruz,masada sadece bir İsrail bayrağı var ve gülümsemiyoruz." dedi ibranice.


o esnada biz de gülümsemiyorduk,evet.


buna sebep olan bahane ise şuydu;İsrail'i rahatsız eden TRT'deki Ayrılık dizisinden sonra sıraki rahatsız edici dizi olan Kurtlar Vadisinin içeriği.


izleyenler bilir,Aron Feller'in peşindeki Polat;Cevat'ın, Memati'nin oğlunu İsrail büyükelçiliğine kaçırmasıyla elçiliğe girer.bu esnada bebeği rehin alan adamı vurur ve İsrail'in amblemine kan sıçrar.


dizi kurgu,ama bugünün Türkiye'sindeki hallere epey gönderme yapan,eskileri Soner Yalçın'a dayanan ve ben dahil büyük hayran kitlesine sahip bir kurgu.


ve bu kurguyu bahane eden bir İsrail var.tıpkı Ayrılık dizisine olan tepkileri gibi.


bu esnada;


kendi ordusuna "ahlaklı" tabirini kullanabilen İsrail,Gazze konusunda da Başbakan Erdoğan'a "bize vaaz veremezsiniz" demişti.


tam 1 sene evvel İsrailli Perez'e "van minut" diyen Başbakan,bu sene "biz verdiğimiz sözü tutarız,Davos'a gitmeyeceğim." derken biz de medyaya yansıyan dışişlerindeki bu manzaraya "van minut" dedik.zaten Ankara da bu olaya büyük tepki gösterdi.


gerilimin daha sonra yumuşatıldığı söylendi.hatta bunun farklı düşünceler barındıran koalisyon hükümetinin bağımsız davranmasından kaynaklanan bir problem olduğunu da iddia edenler oldu.


o kısmını bilemiyeceğim fakat ben gördüğüm kasti aşağılamaya karşı epey gerildim.herhalde büyükelçinin yerinde olsaydım orda oturmaz,bol bol söylenir,"nasıl bunu yaparsınız,ne gibi bir üstünlük bu,herşeyin bir adabı var."der,çeker giderdim.tabii diplomatik ilişkilerin boyutunu ve çıkabilecek problemleri bilemeyeceğimden büyükler daha iyi bilir demek istiyorum.


ama bir başka açıdan da makam olarak üstün birinin,asındaki adamın odasına geldiğinde,o adamın masasına oturup baş kesilmesini görgüsüzlük,aşağılama ve kibir addeden biri olduğumdan bu konuda böyle düşünmem çok doğal.zaten burada ne masa var ne de bir oda.orda olan 2 koltuktur,biriyse aşağıdadır.halbuki dünyadaki tüm insanlar eşittir.

tabii İsraillilerin perspektifleri epey farklı.



bu olayın bir eşi benzerinin olmaması ümidiyle...artık sorun,kavga,savaş ve mecliste bugünkü grup toplantısının da konusu olan felaket senaryoları istemiyoruz...




Pazartesi, Ocak 11, 2010

ifade özgürlüğünde basına yapılan tacizler...


İnsan hakları evrensel beyannamesinde tanımlanmış olan, bütün devletlerce benimsenmiş ifade özgürlüğü hakkının sansürlenmesi birçok devlette fark göstermektedir.


Bu hususta Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin(International Covenant on Civil and Political Rights) 2. maddesi şöyle der;"herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır;bu hak,her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın,sözlü,yazılı,basılmış,matbuu veyahutta herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme,alma ve verme hakkıdır."

3.maddedeyse 2. maddeye ilişkin olarak bentler eklenerek kanunlarla limitlerin belirlenebileceğinden bahsedilmiştir.ulusal güvenliğe tehdit,şiddet propagandası,halkın huzurunu bozabilecek durumlar gibi mevzularda...


"herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir." der bizim anayasamız da.


fakat bu özgürlüğe karşı tutumuyla Dünya'da basın özgürlüğünde Tanzanya gibi ülkelerden sonra 168.sırada Fildişi sahilleri cumhuriyetiyle bulunmaya hak kazanır.


Fildişi sahilleri ekonomisi her ne kadar iyi olsa da;Fransız sömürgesinden kurtulup,henüz 1960 yılında kurulmuş,çeşitli iç savaşlarla başetmek zorunda kalmış bir cumhuriyettir.



bu,"kısmen özgür ülkeler"kategorisindeki önemli başarımızdır.öyle ya!


gazeteciler hakkında açılan davalar,siyasetin basına müdahalesi,otosansür,basına hükümet içi ve dışı aktörlerin tacizleri,medyaya devletin yaptığı ekonomik baskılar...


bu konudaki feryatları duyuyorum ve de eşlik ediyorum.


özellikle son zamanlarda basın özgürlüğüne yapılan baskılara ve onlaraa yapılan engellere feryat ediyorum.


Türkiye'de binlerce yazar ve gazeteci bu konuda çeşitli cezalar almış,özellikle de hapis cezalarına çarptırılmışlardır.


halbuki bir gazetecinin mesleği eleştirmektir ve konu üzerine fikirlerini sunmaktır.(tabii bu;hakarete kaçmaksızın,bazı dokunulmaz olan devlet sınırları,Türklük gibi konulara hakaret etmeden,kişinin özeline karışmadan dilediği konudaki fikirlerini sunmak)bu onların kamu görevidir.öyle ki onlara engel 30 yasadan evvelki bir bendin maddelerindeyse şöyle denir;"eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz."


şimdiyse feryatlardan örnek vereyim;


Ahmet Altan yazılarında bahseder;yine güzel bir İstanbul günü yollara düşüp savcılığa ifade vermeye gittiğinden.


İHD başkanımız ifade özgürlüğü yasası daha önemli diye haykırışlara geçti.mevzuatın hak ve özgürlükler doğrultusunda AHİM içtihatlarına göre düzenlenmesi gerektiğini de vurguluyor.


Şanar Yurdatapan'sa "demokrasiyi istemek yetmez,yasaları değiştirmek gerekir." diyor.


eski bir savcıysa"gazetecileri yargılamak bizi kapalı bir toplum yapar." cümlesini kullanıyor.


demokratik bir toplumun en önemli unsuruna ket vuran yargıya uyum adı altında bir düşünce sistemi gelişiyor.yani yargılayan ne dilerse o oluyor,düşünceler de buna bakılarak yol buluyor.


hatırlarsınız,Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar'a verilen hapis cezası ardından Başbakan Tayyip Erdoğan bu konuda yasal düzenlemeler getireceklerini ve özgürlüğün sınırlarının genişletileceğini açıklamıştı.


ne diyelim,geç kalındı ama biraz daha geç kalınmamalı.


büyük bir heyecanla meclisten geçeceğini ümit ettiğimiz bu düzenlemeyi bekliyoruz,artık daha medeni olmayı bekliyoruz...




Cumartesi, Ocak 02, 2010

aslında hayat sokaklarda*


hepimiz tanırız Okan Bayülgen'i.doğrusu Okan Kaan Bayülgen'i.




64' Cihangir doğumlu,Elmalı Hamdi Yazır'ın torunu,mekteb-i Şahaneli,bodrumda yaşayan ressam bir annenin,hukukçu bir babanın oğlu,Fransa'da hukuk,ekonomi gördükten sonra fotoğrafçılıkta karar kılmış biri,Mimar Sinan Üniversitesi mezunu,sosyal bilimler masterlı.




çok kültürlü,bilgi deposu,meraklı,farklı,ukala,deli dolu,sivri dilli,yüksek düzeydeki zekasını her bir hareketine ve kelimesine dökmeyi başarabilen,düzgün vurgulu Türkçesi ve mükemmel ses tonuyla seslendirme sanatçısı olmuş,bilinçli bir televizyoncu,şovmen,tiyatro ve sinema oyuncusu,tiyatro ve klip yönetmeni,fotoğraf sanatçısı ve sunucu.ekşi sözlük okuru,evli,"İstanbul" adındaki bir kız bebeğin babası.


1991'de radyoculuğa başlamış,96'dan beri de televizyonculuk yapan,yakın zamanlarda hatırladığımız şov programları dışında haber makinası,2007'deki siyasi içerikli "bu sizi ilgilendiriyor" ve gündemin tartışıldığı 2008 yapımı "sade vatandaş"adlı programlarıyla popüler kültüre büyük katkı sağlamış biri.


benim için Okan Bayülgenin en takdire şayan yönüyse kurulmuş olan köhne düzeni sürekli eleştirmesi,özellikle televizyona karşı yaptığı eleştiriler,bizim orada gördüğümüz fakat üzerinde pek durmak istemediğimiz saçma gerçeklere karşı,TV obsesyonuna karşı sergilediği tutum...


öyle ki günümüzde medya üzerinden yapılan ahlaksızlıklar,insan hakları ihlalleri ve belli kesimlerin aciziyetleri üzerinden kazanılan reytingler çizmenin boyunu aşmış durumda.


ve bu durumdaki medyayı(ki kendisi obsede edicidir.) hiçbir süzgeç kullanmadan beynimizdeki bir köşeye yerleştiren bizler, sanal alemlerin etkisinde yok olup gitmekteyiz.


insan ilişkilerini,eski toplum modelimizi bir kutucuk yüzünden kaybetmekteyiz.ayrıca düşünsel yeteneklerimizi de bunula beraber "bilinç dışı" kavramını uygulayarak yok etmekteyiz.


ve sanıyorum "beni de izlemeyin,kapatın televizyonu.insanların içine karışın yahu.hayat sokaklarda..." diyen bir televizyoncuya da pek kolay rastlayamayız.işte bunu deme cesaretini de gösteren Bayülgen'in anlatmaya çalıştığı konu ciddi bir problemin büyük ünlemlerle süslenmiş hali.


(gerçi kendisi her ne kadar böyle düşünse de,bence kendisinin programları da engin,toplum için gerekli olan fikirleri için izlenmeli.)


sosyallikten yoksunluğumuz,gün geçtikçe artan psikolojik travmalara destek olurken; özellikle gençler olarak,buşekilde ileride kendimize ne derece güzel bir gelecek biçebiliriz,bilemiyorum.


Okan Bayülgen'in fikirlerini savunmaktan hiçbir zaman yorulmayacağımı bilirken;23 Ekim 09' tarihli "Kanal-i-zasyon" adlı sinema filmindeki tiplemesi de benim için ilgi çekici olmuştu.Bayülgen'in eleştirilerine birebir uyum sağlayan filmde, televizyon programlarındaki seviyesizliklere,trajikomik gerçeklere espritüel bir yaklaşım yapılmış .


filmde Bayülgen;TV'ye aşık bir temizlik işçisi olarak,kanalın başına geçtiğinde ürettiği programları izlerken "evet,cidden böyle ama" diyorsunuz gülerek.


sona doğruysa hapse girip çıkan İmdat(Okan Bayülgen),bir kez daha kanalın başına geçmek istemez ve şöyle der;


"hapiste,içerde 50 kişi bir televizyona kilitlenmiş vaziyette.baktım ki dışardakiler de öyle.ne farkı var.ben böyle işi yapamam."


işte,size Bayülgen'den bir haykırış daha.


ve ben de üzerinden bir kez daha geçmek istiyorum;ama emin olun Bayülgen bir bakıma hemşerim olduğu için değil,ciddi anlamda böyle düşündüğüm için bunu söylemek istiyorum;


ne duruyorsunuz;


"ASLINDA HAYAT SOKAKLARDA*...!"