Çarşamba, Mart 31, 2010

amatör yayıncılıkta son nokta;"YEŞİLÇAM VE BASİTLİK"


Eğer bugün parmaklarım tuşlara ardı ardına hiddetle basıyorsa sebebi kitapçılarda karşılaştığım manzaradır.

Ve eğer bugün 18 senelik yaşıtım bir kitabın peşinden koşuyorsam,işte bunun sebebinde saçma kitaplar basmakta sınır tanımayan,ama mühim kitapları seneler seneler öncesinden unutmuş olan kitapevleri yatıyordur.

evet,bugünkü dert yakınma yazım kitaplar.

hiç kitaptan da şikayet edilir mi demeyin.benim gibi sonbaharda dolaplardan giyilmek için çıkarılan kışlık paltosunun cebinde unutulmuş parayı bile uça uça kitaplara yatıran biri bile bunu dediyse bilin ki tehlike büyüktür.

en son girdiğiniz kitapçıdaki manzarayı hatırlıyor musunuz?ben hatırlatayım, bir dolu kitap vardı,hani bir de "çok okunanlar" köşesi vardı.şöyle üzerinde aşk yazan fosforlu renklerde kitaplar filan falan.yakınlaştığınızda karşılaştığınız manzarayı da hatırlayın.durun ben anlatayım;

maaşallah eli tuş tutan herkes kitap yazmış; Seren Serengil'den tutun mahallenin bakkalına kadar herkes.öyle ki "gerçek kitap" lar şöyle köşelerde seyretmekteler bu garipliği.sonra git kitapçıya da kitap al kolaysa.binbir güçlükle görevlilere sorarsın da "gerçek"kitabı öyle bulursun.

sonra önüne gelenlerin kitaplarına tepki gelir,geçen günkü geri dönüşüm için attığım,bana gerekli olmayan,asla da elimde olmaması gereken kitap gibi.zaten sırf "sosyolog,toplumbilimci olmalıyım,bir de uzaktan tanıdık yazarı,bakalım çözebilecek miyim bu insanı" mantığıyla almıştım.yoksa artık amatör hiçbirşey okumuyorum.yeminliyim.neyse...

inanın o hikayeyi yazanı bulsam taşlıyacaktım.hikaye bildiğiniz yeşilçam.oğlan kanser olur,kız onları ayırmaya çalışanla evlenir.bir kızın kör olmadığı kalmıştı.Allah'tan olmadı,çünkü intiharın eşiğindeydim ve okul çıkışı otobüste,boğaz köprüsünde,trafik sıkışıklığında beklemekteydim.

sonra bir de bunun yazarı kalkar ve de utanmadan dedi ki;

"kusura bakmayın,hikayede o kadar da iyi değilmişim.bir kitap daha yazıyorum,bakalım bu tutar inşallah."

sağol.

he,bir de;ne olur yazma.Allah rızası için.özellikle de milletin ruh sağlığı için.gençleri yönlendirecekmiş.hikayende gördük,anlattığın genç ahlaki değerlerden yoksun,beş para etmezin biriydi.böyle yönlendireceksen ve böyle kurgu yapacaksan ne olur yazma.yazık,zaten kötüye gidiyoruz,debelenip,daha da batırma gemiyi.

daha vardır tabii bunun örnekleri.yahu yayınevleri nerde?uyuyorlar mı?bunları basarken düşünmüyorlar mı "ulan ne basıyoruz biz?" diye.anlamıyorum.

sadece amatör kitaplarda değil,popüler kitaplarda da bunun kadar olmasa da saçma durumlarla karşılaşıyorum.birebilmem kaç ay evvel,bilmem kaç ülkede çevrilerek satılmış ünlü bir kitap vardı;"kayıp gül"

kitabın ilk sayfasında çözdüm muhabbeti.ama olsun devam edeyim belki bir ilginçlik çıkar dedim ama dayanamadım daha fazla bu acıya.akıcı olmadığı gibi bilindik,sıradan,basit bir felsefe yapılmaya da çalışılmış.zorlamayın kızın kardeşi denilen kendisi demiştim.aynı kitabı okuyan anneme sordum,o zorlayarak zafere ulaşabilmişti;

"evet kızın kardeşi aslında kendisi"

pöfff.ne sıkıcı.sonra neden sadece tarihi ve siyasi kitapları okuyosun diye soruyorlar.e bu basit kurguları mı okuyayım.

ancak edebiyatın mihenk taşlarını,klasikleri yada gerçek yazarları zaten seve seve okurum ,onlara lafım yok.

eskiden bilgi,duygu,sanat dolup taşarmış kitaplardan.tabii şimdi de var biriki istisna.

yaşıtım bir kitabı arıyorum fellik fellik."mektuplar" adı.Goethe'nin.92'den bu yana basılmamış Türkiye'de.ancak 2.el internet sitelerinde var.sahaflar adını bile bilmiyorlar.en son kuzenim "bende almancası var" demişti.o zamanlar almancam vasattı ve "sağolasın" diye kafa sallamakla yetinmiştim.ve Türkçesinin peşinden koşmaya devam sloganıyla dolaşıp durmuştum ortalarda...

yayınevleri ve günümüz yeni çıkmakta olan kitapları bu kadar vasatken...


millet kitap okumuyor? diye bağırıp çağırıyorlar.e,okumaz tabi.okursa da öyle şaaşalı İngiliz krallığı iğrençliğini,aşk kitaplarını yahut elalemin vampirli gençkızlı kitaplarını okur.bir de önüne gelen yazarsa kitap,milletin kafası karışır.sonra gidip popüler denilen bu şaaşalı,içeriksiz,boş kitapları okur.

hiç boşa zorlamayın beyler,bu mantık bu kafada olduktan sonra,siz incelemeksizin bu kitapları bastıktan sonra kimseye kalkıp kızmanın alemi yok!

Salı, Mart 30, 2010

Ajansdaki anlayış...




her geçen gün dinlemekten son derece daha çok sıkılmaya başladığım ajansların aktardıkları ülkemizdeki siyasi vukuatları düşünürken,"acaba anlamını yanlış mı biliyorum?" diyerek sevgili arama kutucuğum google'a "anlayış" kelimesini danışıverdim.ilk tercihim büyük ses getirmeye devam eden günümüz popüler sözlükleriydi.genelde vikipedik bir insanımdır ama olsun.




gezindim sayfaları,okudum tüm yazarlarını.gerçekten de çok ilginç fikirler,tanımlamalar yapılmış bu web sayfalarında.ancak sizinle karşılığını bulduğum en güzel tanımı paylaşmak istiyorum;




"fazlası zararlı olmalı ki 'fazla anlayışlı olma' diye sürekli uyarır arkadaşlarınız..."




inanamadım,birisi oturmuş,işi gücü bırakmış,üstelik bir de yememiş içmemiş burada bizim ülkenin halet-i ruhiyesini tanımlamış diye bile düşündüm bunu okuduğumda abartarak.




çünkü anlayış konusu bizim ülkemizde anlamı dışında,ve de tam da yukarıdaki tanımın tadında öyle çok işleniyor ki,abartmam pek sakınca doğurmayacak gibi görünüyor.




özellikle de bu durum ülkemizin sahip olduğu sosyoçeşitlilikte daha fazla uygulanıyor.sanki Osmanlı torunu değilmişiz gibi davranılıyor.




bir devlet büyüğünün en ufak bir etnik kökeni ağzına alması,o etnik kökenin kışkırtılarak,özellikle yazan kalemler tarafından kışkırtılarak isyan çıkmasına sebep oluyor.öyle ki bu etnik kökenlerden insanlar iması bile yokken "bizim hayati olarak güvenliğimiz yok" bile diyebiliyor.




ben öyle noktalar görüyorum ki bu ülkede,artık şüphelerim beni medyaya,birilerinin kışkırtmasına götürüyor.çünkü kosmopolit kent diye tanımlanmış olan İstanbul'da yaşayan,binbir çeşit çevrenin içinde,binbir çeşit etnik insanlarla sosyal hayatını devam ettiren biri olarak hiçbir ayrımcılığa rastlamadığımı,aksine kardeşçe geçindiğimizi iddia ediyorum.




öyle ki bu ortamlarda tek ayrıştırıcı muhabbet şudur;




-Nerelisiniz acaba?


-şuralı,oranın da şu köyünden.ya siz?


-ben de filanca yerden.yahu sizin orlar da pek bi yeşillik doğrusu,gelmişliğim vardır.


-öyle,güzeldir memleketim.siz de pek bi acı seviyorsunuz.bizimkiler de sever.




eğer göçmense,ya da farklı din ve ırktansa büyük ölçüde saygı duyulur.bunun en büyük özetini %97'si müslüman olan Türkiye'de; şu sıralarki paskalya'yı kutlayan kişilerle,müslüman kimseler arasındaki muhteşem diyalogtan seyredebilirsiniz.




devletin başından en alt birimine kadar binlerce etnik yapıdan kişilere rastlayabileceğimiz bir ülkede,ayrımcılık diye tutturulan yerlere 'açılım' diye debelenilirken,buna da basının kulp bulmasına ne demeli çok merak ediyorum.




bizim beyinlerde hiçbir ayrım yok,ayrım birilerinin beyninde,mikrofonu elinde tutanların beyninde diye düşünüyorum.




hadi o kökene açılım yaptık,e tamam kabul ötekine de yapın amenna,yeter ki barış olsun da ben anadolunun manav denilen yerlilerinden olan,tam kan sayılan,ortaasyadan göç etmiş bir Alp'in torunu, bir Türk evladı olarak açıkta mı kalacağım?devletin godomanları beni ayağı çarıklı sayarken bana ne olucak?şimdi ben de mi açılım istemeliyim?




ben isteyemem ki.ben anadolu çocuğuyum.devletime yalvaramam,boynum bükülür.köprüm yıklmışsa kendim yaparım ben.oturup ne ağlarım ne de gururumu yerlere sererim.yetiştirdiğim yiğitlerimi de devletime gözü kapalı teslim ederim.devletime ikide bi kalkıp isyan etmem.kendi tırnaklarımla kazırım toprağı.anlayışsızlık etmem.tenim koyulaşır güneşten,yanarım,ama ezilmem,yılmam.emeklerimi de ziyan etmem.hakkım neyse onu biçerim topraktan.açgözlülük etmem.temizimdir.




işte,eğer anlayış istiyorsanız kalkın gelin,görün ibretle biz ayağı çarıklıları.biz şunu yetiştirdiklerimizle,yetiştiklerimizle pekala iiyi biliriz ki her millet hak ettiği biçimde yönetilir.sloganımız da şudur beyler;




"devlet biziz!"




Çarşamba, Mart 17, 2010

Mart'ın 18'inde ve 18'imde...


Düşün bakalım genç,hatırlarsın belki,

senin için ölmüş dedelerini,ay yıldızın üzerine yaslandığı alı...

ruhun titremiyor mu hiç,en azından bir martın bir 18'inde de mi dolmuyor gözlerin?
yazık!

halbuki O'nlar senin için kocaman bir destanı cesareti hiçbir vakit kaybetmemiş kanlarıyla yazdılar,

sense...

Mart'ın 18'inde ve 18'imde gözlerim atalarıma layık olup olamadığımın vicdan azabını çekip,ecdadım için gözyaşları dökerken,sana işte böyle nida ediyorum.

ve bir yarımadadan esip gelen rüzgar başımı okşayıp,yanaklarıma değerken İstanbul boğazında,dedelerimi yad ediyorum...

Allah,bu gökkubbeden hilali ve yıldızı esirgemesin...

Pazar, Mart 07, 2010

size Hrant'sa bana Ferhat...


bu yazıma ilham Başbakan'ın sözde soykırım için yapılan oylamada soykırıma "evet" diyenlere söylediği sözden geldi;


"sorsan Ermenistan'ın yerini bilmez."


ne kadar da doğruydu.olayları araştırmadan sırf bir tarafa yamanmak için çabalayan sığ düşünceli,tarafsızlıktan aciz insanlara söylenicek en sade ve en doğru cümleydi bence.


aslında ben bu cümlenin bir benzerini şu savcı Cihaner olaylarının olduğu günlerde kurmuştum.o sıralarda yurtdışına kaçtı denilen Şemdinli savcısı Ferhat Sarıkaya'nın Ankara'da bir hukuk bürosunda olduğu tespit edilmiş,ve ofis gazetecilerin akınına uğramıştı.


Anadolumun gariban evinin gariban bir çocuğu olan eski Savcı Ferhat Sarıkaya'nın tavrı benim onu çok çok sevmeme sebep olmuştu.2006'da küçüktüm.ama şimdi 18 yaşında biri olarak olaylara daha geniş ve daha bilgili çerçeveden bakabilen bir birey olarak ,Ferhat Sarıkaya'nın ne derece ülkesi için önemli bir insan olduğunu bir kez daha anladım.nitekim Ferhat Sarıkaya "ülkemi maddi anlamda mağdur etmemeliyim,olan Hsyk'ya olmuyor ki" düşüncesiyle mağduriyetini AHİM'e bildirmemiş,gazetecilere de başına gelenler hakkında anlamlı cümleler kurmuştu.sükunetinin mesajı derindi.AHİM konusundaysa;zaten AHİM'in cezalarına benim de aklım almıyor.adam parasını verir geçer.daha telkin edici cezaları olmalı diye düşünüyorum.


fena halde Ferhat Sarıkaya destekleyicisi olduktan sonra,"bir daha asla " afişlerine sahip olmaya başladım.



o sıralar Ocakta Hrant Dink'in ölüm yıldönümü yürüyüşlerine şahit oluyorduk.destekleyenler,feryat figan edenler Ferhat Sarıkaya'ya feryat figan edenlerden 1000 kat daha fazlaydı.tamam,birinde acı büyük,ölüm var belki ama bir diğerinde de canlı canlı bir gömü var.


Hrant Dink'i destekleyenlere sorduğumda "sorsan Ermenistan'ın yerini bile bilmeyenlerle" karşılaştım.


zaten ülkemizde eylem olsun karşıtlık olsun da ne olursa olsun diyen çok.bu karşılaştıklarım da bunu peksık diyenlerden.


aradan 30 yıl geçmiş,3 kere gerçeğini,birkaç kez de post modernini yemiş bizim millet, yeni akıllanmış da darbeye karşı eylem yapıyor.


üstelik darbe karşıtlarına,devletin darbeye sebebiyet vermeyen mağdur savcılarına da hiç sahip çıkmamış.


Hrant Dink öldürüldüğü günden beri,onu sevenler tarafından,destekleyenler tarafından hergün bu ülke gündeminin semalarında yaşatıldı.


ama biz,bizim mağdur edilmiş cesur savaşçılarımız Sarıkaya ve Kayasu'yu yalnızca konusu geçtiğinde hatırladık o semalarda.


öyleyse ben desteklenilmesi gereken,ama unutulmaya genelde yüz tutturulanların tarafında yürümeye gidiyorum.


siz Hrant'ı destekleyin bişey demiyorum,ama ben Ferhat'ı desteklemeye gidiyorum....
pekçok siteye yetişmeye çalıştığımdan yazılarımı kendi siteme eklemeyi unutmaya başladım.peki tamam,hadi burayı da unutmayayım artık:)))