Cuma, Ağustos 28, 2009

***...medya ahlakı...****


şimdi sizlere yılın 365inden sadece birinde özellikle 20:30 ile 00:00 saatleri arasını meşgul eden bir medyadan bahs edeceğim.

evvel sabah saatlerinde yayınlanan programlardan başlayalım isterseniz.hani şu insan piskolojisini sonuna dek bozma çabası içerisinde şişirilmiş medya oyunlarıyla insan hayatlarındaki acı,kayıp ve cinayetlerin masaya yatırılıdğı kadın programlarından.arkası yarın niteliğindeki bağımlılık yapan bu programların,günümüzde artan cinnet ve cinayet vakalarını artırdığının kanaatindeyim.nitekim birtakım sorunları olan hanımların yahut beylerin bu tarz programları izlemeleri neticesinde,programda gelişen olayları kendi hayatlarına yansıtmalarının kaçınılmazlığı günümüzdeki çirkinlikleri tetiklemektedir.öyle ki pekçok piskiyatrist normal bir insana dahi böyle programları tavsiye etmemektedir.

öğlen saatlerine geçtiğimizde karşımızda beliren izdivaç programları,dünya evi denilen kutsal ve sevgi dolu mekanın insanların gözü önünde çirkinleşmesine sebep olmaktadır.istekleri doğrultusunda eş arayan adayların kendilerini düşürdükleri durumu kenara bırakın,nasıl çıkar evliliği yapılır sorusuna cevap vermek için adeta yarışmalarını seyretmek yeterince üzücü.ayrıca toplum örf ve adetlerimize uymayan bu izdivaç programları,insan mahremiyetini de bizlere unutturmaktadır.nitekim bu programlara katılanlar hakkında iyi şeyler düşündüğümü de söyleyemiyeceğim.

öğleden sonraları okul çıkışı sebebiyle çocuklar için yapılmış dizilere rastlıyoruz.eğitim ve eğlence amaçlı sevimli filmler yerine,sihirli dünyalar adı altında yetişen ve kendilerini daha küçük yaşlardan pencerelerden atan bu çocuklardan gelecekte birşeyler beklemenin de yanlış olduğunun inancındayım.

gelelim bol taraflı ana haber bültenlerinden(ki haber kanalları harici olanlar)sonra başlayan binbir çeşit diziye.hani şu gecemizi mahveden dizilere.Türk toplumunun ahlakını çökertmek için medya tarafından kullanılan diziler...

herşeyi mübah göstermekteler.sevgi,aşk,dostluk gibi yüce kavramların altlarına gizlendirilmeye çalışılan ahlaksızlar,çığrından çıkmış vaziyettedir.dizileri sevdiğimden değil,sırf toplumun etkisini merakımdan şöyle bir göz atıyorum.bir dizide kız,ablasının evleneceği müstakbel eniştesinden aşk adı altında hamile kalıp,ablasından gizli gizli eniştesiyle buluşurken,bir başka dizide bir geceliğine pazarladığı bir kadına aşık olan bir adamı seyrediyoruz.bir de bunlar bize olağanmış gibi gösteriliyor.bir adamın peşinden ailesini ezerek koşan bir başka genç kız da işin cabası.gençleri etkisine almaya çalışan bir başka dizide kardeş bildiği arkadaşı,sevgilisini elinden alıyor ve aşk yaşıyor.ötekiyse halinden gayet memnun bir halde arkadaşlığını sürdürüyor.öteki dizideyse yeğenine aşık bir kadının kocasından gizli çevirdiği işler anlatılıyor.bizse saf saf ''seviyo işte kız'' deyip onu haklı çıkarıyoruz medyanın yardımında.bir ötekisine bakalım.genç kız özgür olduğunu iddia ediyor,onun içinse özgürlük kavramı dışarıda yiyebileceği affedersiniz her türlü halta tekabül ediyor.yeterince dejenere olmuş bizleri daha çok yıpratıyor,daha çok etkisi altına alıyor.modern bilinen avrupa kendini bu çirkinliklerden arındırmaya çabalarken,biz seve seve içine girmeye çalışıyoruz.

gerçeklerin bilinçsizliğinde birbirlerine yemek sofrasında hakaret eden bir grup insanı seyredip,küçülüyoruz.yahut skeç adı altında küfür dolu içeriği boş programları izleyip,çirkinliklere gülüyoruz,alkışlıyoruz onları.keşke sadece boş şeylerle eğlensek.devamında...

bizde ne ar,haya kalıyor ne de ahlak.

hem bu sayede gerçekler bize unutturuluyor,uyutulan bir millet oluyoruz.tıpkı Banu Avar'ın belgeselinde anlatıldığı gibi.sabah bir kalkıyoruz ki savaşlar,imzalatılamaya çalışılan yeni yeni sevrler,çatışmalardaki şehitler vb.

medyanın hayatımızdaki etkisinden kurtulup,bir an evvel bilinçlenebilmemiz dileğiyle...

Salı, Ağustos 25, 2009

Seni ÖSYM'den korumak için okula erken yolladık çocuğum...


ben küçükken,henüz beş yaşındayken ve babamın görev yaptığı Manisa'nın bir ilçesindeyken,sırtında çantasıyla güle oynaya okula gidenlerin ardından bakıp ağlarmışım.hal böyle olunca da okulla görüşülmüş ve okula başlamışım herkeslerden küçükken.defter,kitap,kalem,heceler,fişler,fasülyeler...

üzerinden 12 yıl geçmiş bu anlattıklarımın.tam 12 sene.

şimdiyse;

12.sınıf öğrencisiyken ve hatta pek daha öncelerinden yaşımın dönemimdekilerden küçük olmasının acısını duyardım.sebebi açık;onlar benden daha önce büyüyorlardı ve ben arkalarından koşmak durumunda kalıyordum.arkadaşlarım geçtiğimiz aylarda oy kullanabilmişlerdi,şu anda da ehliyet almakla meşguller...benimle aynı doğumlular henüz lise sona geçtiler.bense henüz gideceğim üniversite için bile muvaffakatname(yani ebeveynlerin onayı bulunan belge) almak zorundayım.internet sitelerine bile üye olamıyorum,işlem için gittiğim resmi kurumlardan da ''babanı da al gel''sözünü sık duyar oldum.tabii olan şeyler bunlar.lakin ben de bu duruma kızıp-ki aslında hep 16-17 kalmak ve büyümemek isterim-anneme babama söylenir olmuştum.''niye beni okula erken verdiniz?''

gün geldi sözümü geri aldım , annemin babamın elini öptüm.bana gülümsediler,gülümsediler.

bu duruma vesile olansa ÖSYMnin bir açıklamasıydı.

özgürlük,eşitlik olarak adlandırdığım bu açıklama ve yapılacak olan uygulama liseye başlayacaklara değil de liselerde şu an da okuyanlar için de geçerli olunca sözlerimi geri aldım ben.

nitekim katsayının kalkması bana vursaydı şöyle derdim;''niye çalıştım OKSde ki?''

eğitim sisteminin bozukluğu,öğrenciler için yapılmış çetrefilli yollar muhabbetlerine giremeycek kadar yorgunum.bu konuda çok darbe aldım ve çok konuştum çünkü.1.tekil şahıs değil o geçen cümledekiler tabiiki,çoğul sahısa tekabül etmekteler.

herkese hak tanındı şimdi,peki ya ne suçu günahı vardı 4 sene fiziğinin en alasıyla matematiğinin en babasıyla uğraşan, canhıraç çalışarak girdikleri biricik okulları olan Anadolu liselerinde çırpınarak gençliklerini çürüten gençlerin...açıkçası günlerdir yaşıtlarımın feyatlarını okuyorum.ve vaktinde okula gitseydim onların yerinde ben de olacaktım.şimdiyse yanlarındayım.gerçi üzülmemelerini tavsiye etmekten başka çarem de yok hani.artık ne kadar üzülmiceklerse söylediklerime;kontenjanlar artıyor,herkes üniversiteli olucak.eğitim mi kalitesiz.iş mi?gelecekte çok boş vaktimiz olucak.işşiz boş vakitler.kazansak ne olucak sanki?baştan sona kötü,çürük bir sistemin çocuklarıyız biz.pek bişey beklemek doğru olmaz hani.mezun olun.devlet güvenmiyor bi daha sınav yapıyor.4 senede bir...

hiç umutla bakmıyorum değil mi?peki.olan umutlarımın yıkılışından bahsedeyim öyleyse.geçenlerde Ankaradaydım.ÖSYM belgesi için,şu çok muhterem ÖSYMye gittim.çalışma sistemlerine de haliyle şahit olmuş oldum.uzaklardan,kilometrelerce uzaklardan gelen insanları umursamazlıklarıyla nasıl saatlerce kapılarında beklettiklerine şahit oldum.he,işlem ne mi?çıktı aldıkları hazır evrağa mühür vurmak ve imzalamak.ne zor iş ama!insanların sinirlerini laçka edebilecek küstahlıkta üçbeş çalışanı,keyfini beklediğimiz bir genel sekreteriyle ogün cinnet geçirmediğime binlerce kez şükrettim diyebilirim.sonra kanaatlerime kanaatler kattım.yaptıkları adalet namına ve başkaldırı uğruna adaletsizliklerini düşündüm durdum.son güne yakın gelen ÖSS giriş belgemi düşündüm.semtini seçmeme rağmen Çengelköy adresli beni taa Maltepe Soğanlığa sınav girişi için atmalarını düşündüm.girdiğim sınavı düşündüm.hiçbir kontrollerin olmadığı o sınavı.hani öğrenciden maddi manevi değerler koparan o sınavı.ve karara vardım;yaptıkları sistem adil olmadığı gibi sınavları da adil değildir.bu rahatlıkta ,ülkede ilk olarak kaldırılması gereken,gençleri ve ülkenin geleceğiyle oynayan bir kurum masum ve güvenilir değildir.yaptıkları yerleştirmeler dahi güvenilmezdir şu son manzaradan sonra.hiçbirini affetmiyeceğim.

tek diyebileceğim şudur ki;
(artık sinirlenmekten yazmaya devam edemeyeceğim için kısa kesmek mecburiyetindeyim,üzgünüm ki yazıdığım cümlelerin bağlantılar dahi mantıdışı olabilir,cümleler bozuk olabilir,özür dilerim)

''HEPİMİZE ACIYORUM...!''

Cuma, Ağustos 21, 2009

***ISTANBUL: A Tale of Two Cities...***


başlık yanlış anlaşılmasın;dünya tanıtımında,İstanbul'u daha iyi anlayabilmeleri için konulmuş olan bu slogan,yabancı sitelerde tavan yaptığı için ve bu sloganla pekçok yerde daha sık karşılaştığımız için burada kullanmış bulunmaktayım.yoksa yabancı kelimeler kullanılmış bir başlık için endişe ederim.burada amaç İstanbul'umuzun tanıtımıdır.
bildiğimiz üzere İstanbul ve tabiiki bizler, 2010 için bir telaş hazırlık içerisindeyiz.bir taraftan İstanbul'un eşsiz yapıları restarosyona tabi tutulurken, bir taraftan da sanat faaliyetleri İKSV ve pekçok kuruluş sayesinde artırılmaya çalışılıyor.İstanbul'un değer verilmeyen,önemsenmeyen,unutulan yanları tekrar tekrar değer kazanıyor.bizler de tasarımcıların birbirinden değişik hazırladıkları tişörtlerle boy gösterip,düşüncelerimizi üzerlerimizde taşıyor,İstanbul'u sevip,2010 kültür başkenti için onu sonuna dek destekliyoruz.
hal böyle olunca 10 milyon turisti ağırlayacağımız bir İstanbul için tanıtımlar da düşünüldü.bunun için bir afiş gerekliydi,tıpkı destek için yaptıkları proje kabulleri gibi,İstanbul 2010 kültür çalışanları,afiş için de kabuller yapmıştı.tabii biz bu afişlerle daha çok billboardlarda gördüğümüz biçimleriyle haşır neşir olmuştuk.benim için bunlardan en çok dikkat çekici olanlar vardı,sıradanlıktan yoksun olanlar.mesela damlaların ucundaki İstanbul afişi yeterince yaratıcıydı ve görüntü açısından sade ve insan duygularında ferah bir izlenim uyandıran cinstendi.kültür vapuru da dikkat çekiciydi.öte yandan bir başka hazırlanan afiş ilginç favorim olmuş durumdaydı.tıpkı ''hangi kıtadan bir başka kıtaya yürüyerek 5 dakikada geçebilirsiniz ki?'' sloganı gibi.geleneğimizi birebir yansıtan Türk kahvemizin telvelerindeki İstanbul ve kahve tabağındaki güllü lokum...bir afiş bence ancak bu kadar bizi,bizim İstanbul'u ve bizim İstanbuldaki bizi ancak bu kadar mükemmel anlatabilirdi.ve sonunda favori afişim birinci seçildi.sloganı ise insanın kendini İstanbula gitmesi gerektiğini hissedirecek kadar güçlüydü;
''üç vakte kadar bir yolunuz var;daha önce tecrübe etmediğiniz kadar büyülü,farklılıkların yanyana yaşayabildiği,pekçok uygarlığa ve kültüre ev sahipliği yapmış,bambaşka uzak bir diyara...''
bu tasarıyı hazırlayan Aydın Grer'e ellerine sağlık, hayalgücüne sağlık demek gerekti.ve ilerideyse bizim de bu projeyi çok iyi değerlendirip,dünyaya sesimizi duyurup,İstanbula hakettiği değeri verebilmemiz gerekiyor.
...İstanbul'umuzun çoook mutlu olması dileğiyle...

Salı, Ağustos 18, 2009

eskiler almak isterdim,tıpkı Orhan Veli gibi...


Ve kağıda şöyle yazdım;
‘’size Orhan veliden şiirler barından,sarı sayfaları olan,sahaftan alınma,ağaç kokan bir kitap hediye etmek isterdim.basım tarihi biz çok küçük olduğumuz vakitlere rastlamalı ama.öyle ki sayfalarının kokusunda kendimizi bulabilelim,çocukluğumuzu hissedebilelim.size o kitaptan,Orhan veliden şiirler okumak isterdim.önce davetini okurdum,sonra diğer şiirlerini.mürekkebin Orhan veli için oluşturduğu harfleri tek tek sayfalardan çıkarıp,resimlerinizi onlarla süslemek isterdim.resimlere her baktığınızda benim için ne kadar önemli olduğunuzu hissetmeniz için isterdim bunu.hem biliyorum ki buna Orhan veli de pekala izin verirdi.’’

Pazartesi, Ağustos 17, 2009

maviyi anlarsın,denizi anlarsın,mavi denizi zor anlarsın...


Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz Güneşte çözülür ve kayarlar bir yana. Mısırlar güçlükle büyürken yağmursuzluk Kaygılandırır dilsiz bahçıvanı. Sessiz kuşlar, bir keçi, ağır iğde ağaçları. Bir araba geçti incelmiş yoldan El salladı biri, belki tanıdık, Belki değil, süreksizliğin eşanlamı. Ve denizin yorgun çağındaydı çocuklar Çığlıkları titretir balkondaki sarmaşığı, Çünkü dardır saatler, sığmaz biraraya Dalgınlık, deniz ve sardunya. Rüzgâr alıp götürdü balıkçı teknelerini Uzaktaki kılıçlara, ki bilemeyiz Hangi derinlikte dölleyerek denizi Gidiyorlar öyle ağırbaşlı, doğuya.


Ve ocaktan çorbanın kokusu geldi demin Burun deliğine kedinin ve köpeğin. Rafta kitaplar, mavi bir şişe ve gül Donmuş kalmışlar tek başlarına. Duvarda bir resim, resimde kalabalık Köy alanı, çocuklar, çember ve zaman. Breughel nasıl da toplamış bunca Ortaklığı ve uyumu biraraya, Çünkü saatler dardır, sığdırılmaz. Güneşte her şey çözülür gider bir yana


m.c.Anday

Salı, Ağustos 04, 2009

davet Orhan Veli'dendir...


Bekliyorum

Öyle bir havada gel ki,

vazgeçmek mümkün olmasın!

İmkansız şey,Şiir yazmak,Aşıksan eğer;Ve yazmamak,Aylardan nisansa.


Arzular başka şey,Hâtıralar başka.Güneşi görmeyen şehirde,Söyle, nasıl yaşanır?


Düşünme,Arzu et sade!Bak, böcekler de öyle yapıyor.


***İstanbul'u dinlerken ORHAN VELİ KANIK fısıldar kulaklarınıza...***

eşitlik,denklik,müsavat,müadelet...


yine nereden estiler bana diyemiyeceğim.çünkü bizde rüzgarlar o kadar sık,dengesiz ve şiddetli ki esmeme gerek kalmıyor,savruluyorum sinirlenmeye istemeden de olsa.


öncelikle anlamını bilmeyen insanlara(!) açıklamak istiyorum;eşitlik kavramı yasalar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmaması;bedensel, ruhsal başkalıkları ne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasal haklar yönünden ayrım bulunmaması durumudur.


geçen gün İstanbul Baro Başkanı Muammer Aydın şöyle bir cümle kullanmıştı YÖK'ün aldığı kararla ilgili açıklamasında;


''eşitlik eşit insanlar arasında olur.''(muş)


nasıl yani?


sonunda bu da olmuştu.açık açık ifade edemedikleri,gerilikçi düşüncelerini artık çekinmeden söylemeye koyulmuşlardı bazı büyüklerim.


hepimiz eşit değildik bu düşünceye göre.e tabi kimimiz dağdaki çobandık,kimimiz çarıklı.elbette ki bir hukukçuyla hele hele bir baro başkanıyla eşit olamazdık.hatta bizim oylarımızın aynı oranda tutulması bile sakıncalı ve yanlıştı.


şimdi jean giyenle satanist görünümlü siyahlara bürünmüş rockçılar da eşit olamazdı.sonuçta farklı giyinmişler.(EŞ)itlik yok.


e bayanlarla erkekler arasında da cinsiyet farklılığı var eşit olmaları adaletsizlik.


hatta uzun boylularla kısa boylular da ayrılmalı.eşit değiller.


ben böyle yorum yaptım Sn.Baro Başkanım,ayıp olmasın size.siz nasıl düşünmüştünüz efendim?


nasıl düşündünüz gayet iyi bilirim belki ama açıklamak istemem böyle bir düşünceyi.ama şunu rica edebilirim sanırım.lütfen üniversitede okuduğunuz kitapları tekrar okuyun,bunca yıldır hangi mesleği yaptığınızı hatırlayın,hukukçular adaleti,eşitliği savunur unutmayın,en azından google'a eşitlik yazın,bakalım karşınızda bulduğunuz açıklamayla sizin teziniz ne kadar benziyormuş!


Pazar, Ağustos 02, 2009

egede bir zaman...


asma yaprakları sallanıyor köy evinin bahçesine...bir branda gibi büyük gölgeler veriyor aşağıda oturanlara...



aşağıda oturanlar,anadolumdan birer parçalar.teyzemin çemberindeki oya kırmızı yanaklarıyla ahenk oluştururken,üzerine basmakta hiçbir sakınca görmediği ayakkabılarıyla eski sandalyesinde oturan amcam elindeki tütünüyle uzakları seyretmekte.bir kan bağım yok belki bu insanlarla ama onlara çok büyük bir sıcaklık hissedip,onlara sıkı bir bağla bağlandığım kesin.




burası her yaz istinasız uğradığım bir ege kasabası.burası akrabalarımın kasabanın bağlı olduğu şehrinde bulunduğu benim eşsiz memleketim.


ve uğradığım bu ev klasik bir ege evi.önünde bir bahçesi ve sokağında arnavut kaldırımları olan bu evde bugün misafirim.ve bu misafirperverliği bugün kocaman bulduğum hayranlıkla seyrediyorum.




şehir uzakta kalmış.ve ben şehirde büyümüş bir çocuk olsam da burada şehirde olduğum kadar mutluyum.




muhabbetimiz başlıyor bir hoşgeldiniz merasiminin ardında.o çiçek kokulu bahçede o kadar mutlu insanlarla sohbet ediyorum ki gülümsemekten yanaklarım sızlarmışcasına ağrıyor bir müddet geçtiğinde.




büyük zorluklar çektikleri yüzündeki derin çizgilerden belli bir amca-ki amca demek yanlış olur bir dedem- karşımdaki.saçlarının beyazlığını her yaz tarlada başında duran güneşin ışınlarından almış.benden Türk kahvesi istiyor bir ricayla,tebessüm ederek.mutlu oluyorum bu ricaya.pek bilmem kahve yapmayı,yani kasabadaki közde yapılan kahvelere pek benzemez.şehirdeki kahvelerde(yoksa cafe mi demeliyim!) ve evdeki ocaklarda yapılan tarzdan yapabildiklerim.ellerim titreye titreye yapıyorum kahveleri.ve şöyle desenli bir tepside sunuyorum.neyseki çok beğeniyor.aferini alıyorum.


çenem biraz düşüktür ya,sohbetimiz de buna bağlı olarak daha bir ballı devam ediyor.çok daha fazla seviyor beni,içtenlik bulduğunu belirtiyor,açıklığımı takdir ediyor.




öyle hikayeler dinliyorum ki ondan,bir kez daha tasdikliyorum çok akıllı olduğunu.gözlerim ışıldıyor zekasına,bir taraftan da ''anadolumun insanı işte be'' diyorum.




büyük dikkatle dinlememi istiyor benden kendisini.bir anlatımı var ki gözlerimi ayıramıyorum bu mükemmelliğe.el hareketleri,mimikleri ve yaşlı,masumiyet akan gözlerinin hakimiyeti büyülüyor adeta.elleri titriyor,heyecanlanıyor ama asla yılmıyor.




bu sırada ardı ardına önümüze serilen ikramların en tatlısıysa bisküvinin arasına sıkıştırdığınız lokum oluyor.kıstırgeç de bu lezzetin adı burlarda.




yayılmışız bahçedeki masa ve sandalyeye...vakit nasıl da geçmiş anlamıyorum.şivelerin kulaklarımda melodileştiği bu bahçede artık ben de dayanamıyorum, İstanbul lehçemi elimde olmadan atıveriyorum bir köşeye.böyle konuşmam onların da hoşuna gidiyor benim de.




rahat bir hava var burda.iki anlamda da söylüyorum.


az sonra yüksek sesle biri sesleniyor bahçeye,okusu varmış.oku ne mi?düğün daveti,düğün...hani şu zeybek,harmandalı oynanan,yemekleri,keşkeği ve helvalarıyla gelenlerini ağırlayan düğünler var ya işte onların habercisiydi bu süslü kağıtla yanında verilen işlemeli havlu...




hava serinlemiş tahta merdivenlerden sekerek içeriye geçiyoruz.sedire benzeyen koltukların üzeri kilime benzeyen bir şeyle örtülmüş.yerlerde rengarenk halılar,kilimler var.evet,-ler,lar ekini kullandım,çünkü küçük küçük ve çoklar.


eski evler tabii,içerisi de hayli serin hani.titriyorum hafifçe.naftalin kokulu bir ceket veriyorlar üzerime.neyseki birazdan içerisi kalabalıklaşıyor,sıcaklık heryanımı sarıyor.ev sahiplerinin çocukları,torunları geliyorlar birbir.


bergamut kokulu çaylarımızı yudumlarken,kahkahalarımız sessiz kasaba sokaklarında yankılanıyor.


günlerden cumaydı o gün.lokmalar da günün peşisıra geliyor önümüze.nazarın değmesini istemediğimiz tadımıza tat katıyor şerbetiyle.


yazdayız,ama ben bir bahar havası yaşıyorum şimdi içimizde.özümle,kendimden insanlarla birarada olmanın zevkini yaşıyorum bu bol yıldızlı gecede.

zeytinyağının zerafetinin insanların ahlakına yansıdığı kasabanın bu evinde birazdan yaşlı bir nine beliriyor,eli belinde.dastarının(çemberinin) içinden beline dek süzülen örülmüş kına kızılı saçları,çiçekli şalvarı,üçeteği ve beline bağladığı kuşağıyla tam bir anadolu kadını.85 rakamını veremeyeceğiniz dinçlikte bir nine.içimize katılıveriyor ama kendine farkettirerek.


burdaki insanların mutluluklarına çok değindim.her türlü zorluğa karşın mutlular.ve onları sempatik kılan da bu.çok yaşamalarını sağlayan da.


gecenin bitimine doğru meyve servisi başlıyor.ak ak incirler.içinden bal damlıyor,ağzımızdan damlayanlara özenip...


gitme vakti.bayram dönüşlerindeki gibi bir hüzün birden sarıveriyor beni.sıcak insanların sıcak kasabalarını terketmek,bir dahaki seferi beklemek beni yoruyor,üzüyor.


gözleri hilal olmuş bu insanlarla tek tek vedalaşıyorum.onlara sıkı sıkı sarılıyorum.bırakmak istemiyormuşcasına.


gözümün önünden geçiyor burada yaşadıklarım;köy kahvesi,köy bakkalı,yemyeşil yayla,buz gibi akan dere,sokaklarda ellerim cebimde yürürken karşılaştığım o güler yüzler,konuşkan insanlar,çeşmelerinden akan suyu doldurup içtiğim toprak bir bardak,Osmanlı sancağını taşıyan bir tarihi camii,içlerinden hazineler çıkan,eski kalıntılar bulunan rengarenk tarlalar,meyve ağaçları,meyve kasaları...


sonra ellerimi sallıyorum gülegüle sesleriyle bindiğim otomobilin penceresinden,iyi dileklerimi sunuyorum anadolumun insanlarına...


onlar da arkamızdan döktükleri sularla karşılık veriyorlar bu dileklere...



dönüşte nasıl layık bir anadolu çocuğu olabilirim sorusunu cevaplamaya çalışırken,mola yerlerinde tepeden akan suyun serinliğini duyuyorum birden.ve yol kenarlarında sizi evine çay içmeye davet edicek bir hemşeri sevdasında ve içtenliğinde olan incir satıcılarının yüzündeki masum ifadeyi hatırlıyorum.ege kokusu alıyorum esen rüzgardan.


ve burlara ait olduğum için bir kez daha kendimi çok şanslı hissederek önümdeki kilometreleri çalan egemin türküleriyle,gözlerimi dışarıdaki güzelliğe doğru süzerek sayıyorum...