Salı, Eylül 29, 2009

herşeyin bir sonu var ama;sonu yok ki düştüğüm yerin...


"Tarih tekerrür diye tarif ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi." der bayrağına aşık milli marşımızın mimarı,zamanının tarihiyle koyun koyuna yaşamış Mehmed Akif Ersoy.düşünürüm bu söz üzerine.yüzeysel düşünürüm bu kez belki ama çok derinimizi etkiler bu büyük sorun.hiç ibret alınsaydı...ibret almak için bilmek gerekti.tarihi anlamak için öğrenmek gerekti.bir insan tarihiyle yaşardı,tarihiyle varolurdu.ya şanlı tarihimizi (karanlık,bizlere hiç öğretmek istenmeyen,ibret almamız istenmeyen tarihimizi bu günlük pas geçeceğim)bilmeyen bizler nasıl yaşardık?merak ederim,geçmişimizi bilmeden nasıl verimli,şanlı tarihler yazardık?

henüz 26 eylül tarihli bir günde,1912 yıldız sarayı doğumlu,sarayda doğmuş son osmanlı torunu Devletli Necabetli Osman Ertuğrul Efendi Hazretleri 'ni Çemberitaş'da dedelerinin yanına defnetmiştik.sosyal paylaşım sitelerinde hertürlü bilgiyi paylaşmakta sınır tanımayan bizlere dönüp şunu sordum;biliyor musunuz,Osman Ertuğrul Efendi vefat etmiş?sorarken şunu söyledim kendime;"tarihten bir sayfa açıp sorucak olsan aman be sen de yine mi cevabını yahut absürd bir cevap alıcağımı bildiğimden ve bu duruma alışmış olduğumdan(maalesef) gündemde olan bu olayı sor ki iyi bir cevap alıp azcık mutlu olabilesin.ne yazık ki yine amaçlarıma ulaşamadım.aldığım cevapları söylemicem.üzülmenizi istemiyorum.lakin duyduğumda oturup hüngür hüngür ağlamak istedim.kimlerin torunlarıydık,onlara layık mıydık?kimin sayesinde burlardaydık,kimlerin?hangi büyüğümüzün arkasındaydık?biz yalnız Osman Efendiyi değil tarih kokan,çehresinde tarih barındıran hiçkimseyi bilmiyorduk ki.

madem ki bir vefattan ve aldığım sorumsuz cevaplardan bahsettim,aman bilmeyen duymayan vardır (o kadar haber kanalları tarihçilerle tarih programlarında Osmanoğulları ailesini dahi konup edip,tarihe tekrar dönüp baktılar ama neyse)ben birkaç bilgi vereyim;

Osmanlı ailesinin son reisi18 Ağustos 1912’de İstanbul’da doğan Ertuğrul Osman Osmanoğlu, 1994’ten bu yana Osmanoğulları ailesinin en kıdemlı üyesi ve reisi. Yıldız Sarayı’nda doğmuş ve II. Abdülhamit’in torunu ve Şehzade Mehmet Burhanettin’in oğludur. 1924’te Viyana’da tahsilini sürdürürken, hilafetin kaldırılmasının ardından Osmanlı hanedanının bütün fertleri Türkiye’den sürgün edilmişti. Ertuğrul Osman’ın yaşamı, Osmanlı hanedanı ile benzer bir akıbeti paylaşan Afgan Kraliyet ailesinden Prens Abdulfettah Tarzi’nin kızı Zeynep Tarzi ile 1991 yılında kesişir ve Zeynep Tarzi ile 1991 yılından bu yana evlidir. Çift Manhattan’da yaşıyordu.

Tarihçi Porf. Dr. İlber Ortaylı şöyle der Osman Efendi için;

"Çok mütevazı bir beyefendiydi. Tam anlamıyla bir Osmanlı'ydı. Birkaç dili çok iyi konuşuyordu ve bunun yanında çok temiz bir İstanbul Türkçesi vardı. Fransa ve Avusturya'da okuduğu için oraların dillerini de biliyordu.İkinci Mahmut Türbesi'ne gömülüyor olması da güzel bir jest oldu."

ve;

topkapı sarayına beşyüz metre mesafede öz dedelerinin yanıbaşlarına defnedilen Osman Ertuğrul Efendi'nin röportajından bölümler sunmak niyetindeyim:


"Türkiye’de beni en çok etkileyen, sokağa çıktığımda Türkçe kelimeler duymaktı"diye başlar.İstanbul’u çok sevdiğini anlatan Osmanoğlu, Türkiye’ye gelene kadar herkesin sokakta Türkçe konuştuğu herhangi bir yerde bulunmamış. Türkiye’de birdenbire bu durumla karşılaşınca de epeyce şaşırmış.

Pasaportla ilgili bir hatırasını şöyle aktarıyor: “Pariste’ydim. Osmanlı pasaportum vardı fakat kaybolup gitmişti. Osmanlı da yıkılmıştı. Yurtdışına çıkacaktım; Fransa pasaportumun süresi de bitmişti. Kanada’ya babamın yanına gitmem gerekiyordu. Şanzelize’de sürekli gittiğim bir kafeteryada Arnavutluk sefiri sıkıntılı olduğumu görerek sebebini sordu. Derdimi anlattım. Sefir, ‘Dert etme, yarın gel kralı ararız, bir çaresine bakarız.’ dedi. Ertesi gün gerçekten işim halledildi; fakat hemen ardından, pasaportum hazırlanırken, kral tekrardan sefiri aradı. Korktum! İşim olmayacak diye düşündüm. Fakat kral ‘İşini halledin ve kesinlikle para almayın.’ demek için tekrar aramıştı. Arnavut kralının kız kardeşi amcamla evliydi. Fakat hiçbir zaman birbirimizi tanımadık.”

Türkiye’nin çok hoşuna gittiğini anlatan Ertuğrul Osman Osmanoğlu, Dolmabahçe Sarayı’nı unutamıyor. Sarayda sadece bir odayı hatırlayan Osmanoğlu, II. Abdülhamit’le yüz yüze gelen hayattaki belki de tek insan.İstanbul’u çok sevdiğini her fırsatta ifade eden Ertuğrul Osman Osmanoğlu’nun memleket özlemi her halinden belliydi. Anlattığı olayları tarihleriyle birlikte günü gününe anlatması ise dikkate değerdi."(frmera.com)

bu röportajda bir bölüm daha var bakın sayfa başındaki feryatlarımı destekler niteliktedir;

"Ertuğrul Osman Osmanoğlu, gençlerin tarihlerini öğrenmesi gerektiğini belirtiyor. Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın davetlisi olarak geçtiğimiz yıllarda Topkapı Sarayı’nı gezerken kendileriyle mülakat yapan bir gazetecinin; ‘Çocukluğunuz ve gençliğiniz Topkapı Sarayı’nda geçti. Nasıldı?’ şeklinde bir sorusuna muhatap olduğunu hatırlatarak, gençlerin tarihten kopmaması gerektiğini söylüyor."

kendimizi;Sultanahmet Camiinin bahçesinde cenaze namazında Osmanoğullarına hakkımızı helal ederken bulduğumda;acaba gelmiş geçmiş bütün Osmanoğulları bu cehaletimize,bu sahip çıkmayışımıza,tarihsiz varoluşumuza,ibret almayışımıza haklarını helal edicekler miydi? dedim.

ben de bu düşüncelerde kaybolurken,üzgünüm ama umutsulukla,arkadaşlarımın daha lise kitaplarındaki tarihine burun kıvırmalarına,ne işimize yarar ki büyüyünce demelerine vakıf olarak işte bu başlığı attım;

herşeyin bir sonu var ama;sonu yok ki düştüğüm yerin...

Cumartesi, Eylül 12, 2009

darbeye sadece 12 eylülde değil,her gün karşıyız!12 Eylül cuntası;


12 Eylül Darbesi veya 1980 İhtilali, Türkiye'de, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi.[1] Bu müdahale ile 6. Demirel hükümeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi feshedildi, sendika ve derneklerin faaliyetleri durduruldu ve genel sıkıyönetim ilan edildi. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başladı. Bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü.12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye'de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturdu, siyasi gelenekler geçici de olsa alt-üst edildi.


12 Eylül 1980 sabahı ile birlikte neler oldu?

* 650 bin kişi gözaltına alındı.* 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.

* Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.

* 7 bin kişi için idam cezası istendi.

* 517 kişiye idam cezası verildi.

* Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).

* İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.

* 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.

* 98 bin 404 kişi ''örgüt üyesi olmak'' suçundan yargılandı.

* 388 bin kişiye pasaport verilmedi.

* 30 bin kişi ''sakıncalı'' olduğu için işten atıldı.

* 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.

* 30 bin kişi ''siyasi mülteci'' olarak yurtdışına gitti.

* 300 kişi şüpheli bir şekilde öldü.* 171 kişinin ''işkenceden öldüğü'' belgelendi.

* 937 film ''sakıncalı'' bulunduğu için yasaklandı.

* 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.

* 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hekimin işine son verildi.

* 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.

* 39 ton gazete ve dergi yakıldı.* Cezaevlerinde toplam 299 kişi hayatını yitirdi.

* 144 kişi şüpheli bir şekilde öldü.

* 14 kişi açlık grevinde öldü.

* 16 kişi ''kaçarken'' vuruldu.* 95 kişi ''çatışmada'' öldü.

* 73 kişiye ''tabii ölüm raporu'' verildi.

* 43 kişinin ''intihar ettiği'' bildirildi.

...ETKİLERİ HALA SÜRMEKTEDİR...
wikipediadan yararlanılmıştır...

Pazar, Eylül 06, 2009

hande-i aftab(güneşin gülümsemesi,doğuşu)


Bir şeker handeyle bezm-i şevke câm etdin beni

Nîm sun peymâniyi sâkî tamâm etdin beni


Bir nîm neşve say bu cihânın bahârını

Bir sâgar-ı keşîdeye tut lâlezârını

*** Nedim ***