Pazartesi, Ekim 26, 2009

Evet, gün geliyor, bıkıyorum senden,
ama İstanbul'dan bıkmak gibi bir şey olur bu.
CEMAL SÜREYA

Pazar, Ekim 25, 2009

ninemden mektuplar...


sizlere bir de Denizlili çok kıymetli ozanımız Özay Gönlüm'e ait olan ege şivesiyle yazdığı ve okuduğu "ninemden mektuplar"dan bir parça sunmak istedim;

(Özay Gönlüm (d. 5 Şubat 1940, Denizli - ö. 1 Mart 2000, Ankara), repertuvarı Ege Bölgesi ve özellikle de Denizli yöresi ile özdeşleşmiş ve mizahi unsurlara rahatlıkla yer verdiği çalışmalarının ustalığı ve derinliği zamanla farkedilmeye başlanan Türk Halk Müziği'nin büyük üstadıdır.bknz;wikipedia)

"ey benim umudumun kandili, gozyaşımın mendili, dağdan bağdan aşırmadığım, dilden gönülden düşürmediğim, türküylen yörüttüğüm duaylan böyüttüğüm, kardan kıştan kayırdığım, bazlamaylan doyurduğum, tarlada toprağım, ağaçta yaprağım, bi tenem yavrım benim nasılsın bakem eyi misin?ben ninenden sorarsan şükürler ırabbıma iyiyim, senden başka heç bi tasam yok. yavrım köyün içinde negada havadisler varsa hepiciğini yazın deyyon. mıgırdıcın şaban oğlan, yalınayak fadimenin ıramazan, fıtık osmanın murat, askerliğimiz yetti günümüz bitti deye geldiler gari köye.. maşşalah bi olmuşlar gahpanalılar* maydanoz gibi gittiler durp gibi geldiler. yavrıım geçenlerde bekir dayın gile uğradım. öteden beriden epey gonuştuk. bekir dayının gızı ayşe var ya, ayşe'ye eski köylü memiş'in veli aga'ya dünürlüğe gelmişler. e onlar zati evelden duyarız, işleri mişleri pişirmişler ya neyse gari düğünleri olcek deye bekleyoz. bekleyoz da bi haber geldi ki, ayşe'nin bubası bekir dayın beş bin lira başlık vermezsen vermeycem deyomuş veli ağbeyne. len! beş bin lira başlığı nerden bulsun veli ağbeyin. donunu mu satsın. ah gahpanalı gevur.. bekir dayını diyom. hani olcakmı ya, sen önden şöyle olcek böyle olcek deye gari demedin mi? "

Cuma, Ekim 23, 2009

işte genç!


Türkiye İş Bankasının gençler için kurduğu site işte genç.içerisinde teknoloji,yaşam,kitap,kültür sanat,spor,oyun,sinema,müzik gibi kategoriler barındırıyor.ayrıca içerisinde pekçok değişik,güncel konular barındırıyor.röportajlar,e-müze kartları da diğer bi özelliği.

görüşlerinizi de belirtebiliyorsunuz.

bi göz atmanızı tavsiye ederim.

Cuma, Ekim 09, 2009

güneş önce bulutlara değer...:)))

dedem,payam ve bergamut***



hatırlıyorum,güneşin hafiften bastırdığı,sıcaklığı artırmasına rağmen bunaltmadığı sabahlardı erken uyandığım.
kocaman gövdelerinde upuzun,rengarenk ve sıra sıra balkonlar bulunduran 3-5 katlı,bahçeleri ağaçlarla dolu evlerden birindeydim işte.şöyle el kadarkenden beri aralıklarla uğradığım sıcacık bir evdeydeydim.



sabahları 8 sularıyken uyanırdım anneanemin çiçek kokulu nevresimlerle hazırladığı yatağımda.uykulu ve mahmur bir halde loş holden geçip salona varırdım.

dedem,işte burada beklerdi beni.

bacak bacak üstüne atarken bile kibarlığını konuşturmuş;kol boyu,dirseklerine doğru uzanan bir gömlek giymiş,koltuğuna yaslanmış,bergamut kokulu çayını içerken bulurdum onu.

bu esnada,odanın içine bergamut kokuları yayılmış olurdu.çayının tadında ve onun kokusunda vazgeçemediği bergamut...

ansızın bu koku burnunuza değdiğinde içinize olabildiğince fazla miktarda mutluluk dolup taşardı.anlam veremezdim.

dedemin,ağarmış saçlarının ortası kel kalmıştı .ancak asilliğini ve dirençliliğini elinden alamamıştı yaşlılığın bu hali.omuzları düşüktü.sanırım onu böyle tarif edebilirim.

yüzündeki tebessüme olan güvenimle gidip yanına otururdum.hemen bana da o saplı cam bardaklara çay konulurdu.yanında da bir kase bisküvi.ahşap sehbanın üzerindeki ahenkleriyle...
karşımızda da ajansları sunan bir televizyon.onun yanında ahşap,tikitakları sallanıp duran bir saat.

yani zaman kavramı.

o esnada dedem anlatmaya başlar hikayelerini.

belki de bundan çok severdim hikayeler dinlemeyi.

gözlerimi ondan ayırmaz,üslubuna hayran kalırdım küçük yaşımdan beri.idol olurdu bana bu tavırlar.

anlattığı ilginç olaylar ve onlara geçmişte bulunduğu yaklaşımlar beni şaşırtır ve bilinçlendirirdi.


çok zaman bahçede yaşıtlarımla bağıra çağıra oynadığım,dizlerimi yaraladığım o tatlı oyunlardan bile daha zevkliydi bu sohbet.

anlatımını bitip bana döner,o vakit ben hayali kahramanlara bürünürdüm.o da bunu çok severdi.bir de çok sevdiği ben vardım.

mesela ben anadoludaki bir nine oluverirdim askerdeki torununu bekleyen.pek zaman Özay Gönlüm'den bir parça oluverirdim.dedem ege şivemle konuşmama bayılırdı.bence sevinci, özümü kaybetmiyor oluşumaydı.

elime bir de işlemeli bastonunu tutuştururdu.artık karakterime tam anlamıyla hazır olurdum.

sohbetimiz de bu karakter üzerinden devam ederdi.

gittiğimde bana torbalar dolusu aldığı şekerlemeler,çikolatalar bile beni bu muhabbetimiz kadar neşelendirmezdi.

bahçede asma yaprakları,kayısı ağaçları vardı.

dedemin ışıl ışıl,sevimli, ela gözlerindeki mutluluk vardı.
ve bendeki sevinç vardı.

küçük bir çocuğun yanaklarını kocamanlaştıran gülümseyişler ve huzurlar vardı.kocaman bir dede sevgisi vardı.

bir süre evveldi,ne kadar oldu hatırlayamıyorum.belki de hatırlamak istemiyorum.bilemicem.


biraz büyümüştüm işte.ancak bunu biliyorum.

o evin az yakınlarına bırakıp gelmiştik dedemi.ancak başka dünyalarda görebilecektik onu artık.biz böyle olsun istemedik ki.dünyanın kuralı böyleymiş.
daha sonraları;

biriki sene içinde benim gibi olan sevimli bir yaşıtıma rastladım.konuşurken söyledi.''dedem,onu geçen yaz kaybettik'' deyiverdi hüznünün eşliğinde.

hayır ağlamadım.çünkü dedem güçlü biriydi.

ama sevgi dolu ve merhametliydi.insanlara hiç kıyamazdı.

arkadaşımdan duyduğum bu söze dayanamadım.içim titredi.ona duygu dolu gözlerle baktım öylece.sonra kolundan tutup ona destek verdim.ona ayrı bir yakınlık,kocaman bir sevgi duydum.o artık benim küçüklüğümdü ve bergamutlar saçıyordu.
yeniden bergamutlu çay içmeye işte o sıralar başlamıştım.

tüm bunlar olurken ben,resimler yapardım;dedem elimden tutmuş olurdu her zamanki gibi,öylece yürürdük resimde...

kimbilir nerelere giderdik...

yolda yürürken gördüğüm tüm dedelere merhametim ve sevgim de kat kat artarken;dedemi çok seviyorum.


sanıyorum hala dedemi çok özlüyorum.


yarın 17 yaşımı terkedicektim belki ama,ben halen 7 yaşımda kalıp,dedemin yanıbaşında oturup,ona sevgiler beslemeye devam edicektim...

Denizli,ekim,2009












Çarşamba, Ekim 07, 2009

demokrasiye giderken...

hep böyle başlanır ya;Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:



-hocam,bu dünyada neden herkes farklı farklı yönlere gider,herkes neden kendi başını alıp istediği tarafa yönelir?



bizim hocanın cevabıysa her zamanki gibi gayet mantıklıymış;



-herkes aynı yöne gitse dünya devrilirdi,demiş.




belli ki bizim hocanın cevabı;farklı düşüncelerin var olma nedeninin ve dünyadaki birlikteliklerinin doğuracağı olumlu sonuçlarının ispatıydı.



bu çeşitliliğin çoğulluğunu en iyi biz Türkler anlardık.öyle ki bizler,600 yıl Osmanlı Devleti himayesindeki birçok etnik kökenle kardeşçe yaşayabilmiş bir millettik.


düşüncelere,inançlara ,özgürlüklere,farklılıklara hoşgörüyle bakan demokratik bir millet...




Salı, Ekim 06, 2009

6 Ekim'de bir bayram...


06.10.09 Salı,güneşin aydınlığında,boğazın serinliğinde,neşeli bulutların uçuk mavi arka fonda beyazlığını gösterdiği güzel İstanbul'da bir güzel ekim sabahı,
bugün bayram;

29 Mayıs 1453′te Fatih Sultan Mehmed Ordusunun fethederek müslüman topraklarına kattığı istanbulu 13 kasım 1918 de tekrar kendi topraklarına almak isteyen avrupalılara karşı verilen büyük mücadele ile Büyük türk milleti buna izin vememiştir.Nitekim 6 ekim 1923 tarihinde avrupalı devlerler Türk bayragını selamlayarak istanbuldan ayrılmışlardır.

Tarih sahnesinde var olduğundan beri bağımsız yaşamış Türk Milleti, 1. Dünya Savaşı’nda müttefikleri yenilgiyi kabul edip savaştan çekilince yenilmiş sayıldı… İtilaf Devletleri donanmaları 30 Ekim 1918′de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak 13 Kasım 1918′de Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul’a girdiler. Fiilen gerçekleşmiş olan işgal, 16 Mart 1920 günü resmi işgale dönüştü.

Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitmesinden sonra Refet (Bele) Beğ komutasındaki bir Türk birliği İstanbul’a girdiyse de, işgali resmi olarak kaldıramadı.

18 Eylül 1923′de Batı Anadolu tamamen düşmanlardan temizlendi. Mudanya Ateşkes Antlaşması’yla İstanbul, Boğazlar Bölgesi ve Doğu Trakya kurtarıldı.

İmzalanan Lozan Barış Antlaşması gereğince de düşman askerleri altı hafta sonra İstanbul’dan ayrılacaklardı. 4 Ekim 1923 günü düzenlenen bir törenle Türk Bayrağı’nı selamlayarak şehirden ayrıldılar.

5 Ekim 1923′te şehrin Anadolu yakasına gelen Türk Ordusu, 6 Ekim 1923 günü coşkun bir bayram havası içinde, sevinç gözyaşları arasında ve çiçek yağmuru altında İstanbul’a girdi. Böylece 5 yıl kan ağlayan güzel İstanbul kurtulmuş oldu.